ŞENGAL / ANF - ESTER AŞMÎ
 

 

Şengal’e DAİŞ çetelerinin saldırısı ardından yürütülen direniş ve örgütlenme çalışmalarını değerlendiren KONGRE GEL Başkanlık Divanı üyesi Raperin Amed, “DAİŞ gibi ölüm çeteleri ve destekçilerine bu biçimiyle karşı koyabilecekleri bilinci geliştikçe çaresizliğin yerini elbette ki daha güçlü bir direniş anlayışı geçecektir” dedi.

KONGRE GEL Başkanlık Divanı üyesi Raperin Amed, “DAİŞ gibi ölüm çeteleri ve destekçilerine bu biçimiyle karşı koyabilecekleri bilinci geliştikçe çaresizliğin yerini elbette ki daha güçlü bir direniş anlayışı geçecektir. Biliyorsunuz Şengal’deki Meclis bu anlayış üzerinden kuruldu. Nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı Irak ve Güney Kürdistan gerçekliğinde Êzîdî toplumu hiçbir şekilde irade olarak görülmemiş, sömürülen, inançlarından kaynaklı hakarete uğrayan, ucuz iş gücü olarak görülen ve ekonomik olarak bağımlı hale getirilen bir toplum olarak ele alınmış” dedi.

KONGRE GEL Başkanlık Divanı olarak halk meclislerinin oluşum süreçlerini yakından takip ediyorsunuz, 3 Ağustos 2014’te yaşanan katliam sonrasında Şengal'de de Êzîdî toplumunu temsilen Kurucu Halk Meclisi ilan edildi. Şengal katliamı sonrasında ilan edilen ve çalışmalara başlayan meclis 1 yıllık süreç içerisinde ne gibi değişiklikler ortaya çıkardı. Geçen bu süre içerisinde Şengal’de açığa çıkan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal’de Êzîdî toplumunun yaşadığı katliam ve sonuçları çok ağır olmuştur. Êzîdî toplumunun 73. Ferman olarak adlandırdığı katliamın bedelini yine kadın ve çocuklar ödedi. Bu katliamın nedenleri birçok kez değerlendirildiği için burada tekrar vurgulama gereği duymuyorum, fakat sonuçları tarihe dayanan kırılmalar ve yaşadıkları güvensizliği derinleşmesine yol açtı. Her şeye rağmen geçen bir yıllık süreç zarfında ürkerek de olsa belli bir güven ortamının da yaratıldığını rahatlıkla belirtebiliriz. Bu güveni elbette ki katliamın geri dönülmez sonuçlara ulaşmasını engelleyen Apocu hareket sağladı. Şengal Direniş Güçleri (YBŞ) örgütlendi, Kurucu Halk Meclisi çalışmalarına başladı, onlarca genç ve kadın öz savunma anlayışı temelinde silah eğitimi görüyor, çocuklar için okullar açıldı, kadın ve gençlik özgün örgütlenme çalışmalarını sürdürüyorlar, tüm zorluklarına ve PDK’nin engellerine rağmen kısıtlı koşullarla da olsa halkın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama çalışmaları yürütülüyor ve Êzîdî toplumu da bu gerçekliği görecek düzeye geldi. Bir yıllık süreç içinde bu gelişmeler yaşandı.

En önemli gelişmelerin başında ise Êzîdî toplumunun yaşadığı kimsesizlik psikolojisini aşmış olmasıdır. Yaşadıkları fermanları dillendirdiklerin de sonuçlarının hep dağılma, parçalanma ve topraklarından sürülme olurken, son bir yıllık süreçte Apocu hareketin müdahalesi ile bunun tersine çevrildiği, tarihin tekrar etmediği kanısı gelişti. Rêber Aponun yaptığı değerlendirmeler ve Êzîdî toplumunun güvenliğini sağlama konusunda Özgürlük Hareketine verdiği perspektiflerden güç aldıkları gibi büyük bir dayanak olarak görmelerini de bu gelişmeler arasında değerlendirebiliriz.

Her katliam sonrası kendini ve inancını koruma adıyla direnişi içe kapanarak sürdürmüş olsalar da somut bir örgütlülüğü ve öz savunma gücünü açığa çıkaramadıkları için her zaman savrulma ve erime ile yüz yüze kalmaktan kurtulamamanın nedenlerinin sorgulandığı bir süreç de oldu. Kendileri için bir şeyler yapabileceklerine inanmayan, ya Irak ordusuna ya da peşmerge güçleri içinde askerlik yapmış, ekonomik anlamda da yaşamını sürdürebilmek için hep bir yerlere muhtaç bir biçimde yaşamaya adeta alıştırılmış bir toplum olarak öz gücünü açığa çıkarabilecek ne bir öncü güç açığa çıkmış ne de böylesi bir imkan sunulmuş. Êzîdî toplumunun inancından kaynaklı saf ve temiz duyguları ile oynanarak daha fazla sömürülen, açlıkla terbiye edilen, diasporaya sürülen ve inançlarını koruma adı altında son on yıl PDK’ye mahkum bırakılan bir toplum gerçekliğinden örgütlü bir toplum gerçekliğine geçiş süreci olmuştur.

Şengal Dağı’nda 200 Êzîdînin katılımıyla 14 Ocak 2015’de yapılan bir Konferans ile "Şengal Êzîdîleri Kurucu Meclisini” ilan etti. Meclis hangi koşullarda ilan edildi, kendi kendini yönetme ve halkın ihtiyaçlarını karşılama temelinde örgütlenen komite çalışmaları da gelişti, Şengal'de meclis çalışmalarını ve açığa çıkan tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şengal’in genel anlamda da Êzîdî toplumunun güvenlik, kendini örgütleme, koruma ve yaşatma sorunu var, özcesi özgürlük sorunu var. Katliamlar gösterdi ki bütün bu sorunlarının çözümünü kendi öz yönetimini geliştirerek, öz savunma güçlerini örgütleyerek sağlayabilir. DAİŞ gibi ölüm çeteleri ve destekçilerine bu biçimiyle karşı koyabilecekleri bilinci geliştikçe çaresizliğin yerini elbette ki daha güçlü bir direniş anlayışı geçecektir. Biliyorsunuz Şengal’deki Meclis bu anlayış üzerinden kuruldu.

Nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı Irak ve Güney Kürdistan gerçekliğinde Êzîdî toplumu hiçbir şekilde irade olarak görülmemiş, sömürülen, inançlarından kaynaklı hakarete uğrayan, ucuz iş gücü olarak görülen ve ekonomik olarak bağımlı hale getirilen bir toplum olarak ele alınmış. Dört bir tarafa dağılan ve erimeyle yüz yüze kalan bir toplum olmaktan kurtulamadığı gibi her türlü saldırıya açık bir pozisyonda olduğu halde savunmasız bırakılmış, adeta kaderine terk edilen Êzidî toplumu geçmişten bugüne kadar kendi inançlarını korumaktan kaynaklı en büyük saldırılara uğramış.

Örgütsüz ve savunmasız olmalarından kayaklı kendini demokrasi havarisi olarak gören batılı güçlerin, dünyanın gözü önünde 21. yüzyılda DAİŞ ölüm çetelerinin vahşice saldırılarına maruz kaldılar. Bu tarihsel gerçeklik karşısında Êzîdî toplumu yaşadıkları bu coğrafyada yasal ve anayasal çerçevede özerk-özgün bir statüye sahip olmamışlardır. Kurtuluş olarak gördükleri Avrupa’ya göç etmek zorunda kalanlar ise asimilasyon ve kültürel soykırıma uğramışlardır. Bu soykırım politikalarına karşı kültür, inanç ve kimlik temelinde varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama yaşamsal bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor. Köle pazarlarında satılan Êzidî kadınlar, en amansız koşullarda yaşanan mültecilik statüsü, yerle bir edilmeye çalışılan kutsal mekânlar gerçeği bile öz savunma-öz yönetim ihtiyaç ve zorunluluğunu açığa çıkarmıştır. İşte Şengal Kurucu Halk Meclisi de bu gerekçelere dayanarak çok zorlu koşullarda ilan edildi.

Meclis ilanından sonra olumlu tepkilerin yanı sıra olumsuz tepki geliştiren ve bu tepkisini farklı biçimlerde açığa çıkaran bir PDK gerçekliği de bulunmaktadır. Êzîdî toplumunu savunmasız bırakarak katliamın kapılarını sonuna kadar DAİŞ çetelerine açan PDK mevcut durumda halk iradesinin açığa çıkmasından korkar hale gelmiş durumda. Hiçbir şekilde Êzîdî toplumunun iradesini tanımayan bir zihniyete sahip olmaktan kaynaklı iktidar alanını kaybetmemek adına her türlü saldırıyı kendisine hak görmekte ve özel savaş yöntemleri ile büyük acılar yaşayan bir toplumda psikolojik anlamda farklı travmalar yaşatarak kendisine bağımlı hale getirmek istiyor.

DAİŞ, kadınları köleleştirirken, PDK tüm toplumu köleleştirmek ulus devlet anlayışını ezilen, yok sayılan, sömürülen toplumlar üzerinden geliştirmek peşinde, Şengal’de bu toplum gerçekliği katliam öncesi de vardı ve statüsü tartışma konusu yapılmıyordu, Şengal’in Güney Kürdistan’ın parçası olduğu bu düzeyde dillendirilmiyordu. Merkezi Irak hükümetinde de Êzîdî toplumunun haklarının korunması ve özerk bir statünün uygulanması konusunda hiçbir girişimi olmamakla birlikte kendi federe bölgesinde de böylesi bir gündemi hiç olmadı, Şengal’de kaybettiği itibarını kazanmak için halkın iradesine dayanan Meclis oluşumunu ilk günden itibaren kabullenmedi.

Elbetteki demokratik özerklik anlayışı ile örgütlenen Meclis birilerinin kabul edip etmemesi üzerinden çalışmalarını yürütmeyecektir. Tam tersine toplumun iradesini yok sayan geri, feodal ölçüleri esas alan iktidar anlayışına karşı, toplumun söz sahibi olduğu, kendi kararlarını aldığı, iradesini açığa çıkardığı inanç ve kültürünü özgürce yaşayacağı ve öz gücünü dayanacağı bir Meclis örgütlenmesi olmak durumunda.

Êzîdîlik tarihteki ilk inançlardan olmasından kaynaklı komünal toplum değerlerini içinde barındıran bir gerçekliğe sahip, yaşadığı katliam ve soykırımlar içe kapanmayı beraberinde getirmiş olsa da eşit, özgür ve demokratik, kadın özgürlüğüne dayalı yaşama en yakın bir toplum olma gerçekliğine de sahip. Tarım ve hayvancılık en önemli geçim kaynağı olurken Saddam rejimi tarafından köy yaşamı ortadan kaldırılarak köy-kentler yerleşim alanları olarak belirlenmiş bu alanlar yaşam koşullarını zorlaştırmakla beraber kültürel anlamda da aşınmaları beraberinde getirmiş ayrıca yaşanan ekonomik sorunlardan kaynaklı belli bir savrulmayı da yaşamış.

Meclis çalışmalarıyla birlikte komünal yaşamın yeniden inşası Êzîdî inancının kaybolan değerlerini de açığa çıkaracaktır. Bunun için Meclis oluşumunun Êzîdî toplumu için hayati öneme sahip olduğunu belirtebilirim, hegemonik güçlerin ortadan kaldıramadıkları Êzîdî toplumunun bu düzeyde örgütlenmesi özellikle de Önderlik paradigması temelinde varlığını koruması büyük bir değer ifade etmektedir.

Olağanüstü koşullarda ilanı edilen Kurucu Meclis ilk süreçlerde zihniyet boyutunda belli zorlanmaları yaşayabilir. Ulus devlet sistemi içinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan Êzîdî toplumunda da devlet zihniyetinin kalıntıları olabilir, öz gücüne dayalı yaşam anlayışından uzaklaştırılan toplumlar da açığa çıkan bir psikoloji olarak maddi anlamda farklı bir güce dayanmadan nasıl öz yönetimini oluşturabilir kaygıları olmaktadır.

Bu kaygı ve korkular en fazlada Êzîdî toplumunda açığa çıkmasının nedeni tarihsel ve toplumsal gerçeklik ile bağlantısı olmuştur. Meclis örgütlenmesine ilk süreçlerde mesafeli yaklaşımlar olsa da kısmi düzeyde pratikleşen bazı çalışmalar ile birlikte yürütülecek eğitim çalışmalarının Meclisi sorunların çözümünde muhatap konumuna getirecektir. Bunun için yapılacak en önemli çalışmanın toplumsal sorunlarınçözümü olmak kadar toplumun demokratik komünal değerler temelinde eğitim çalışmalarıdır.

İhtiyaca göre komiteler biçiminde örgütlenen meclisin, mevcut durumda öz savunma gücünü büyütme, kendi içinde ki parçalanmışlığı aşma ve Şengal’in demokratik özerklik temelinde statüsünün kabul edilmesi amacıyla diplomasi çalışmaları yürüttüğünü görüyoruz. Herkesin kendine göre toplumun yaşadığı psikolojiyi istismar ederek yarattığı ve sömürdüğü birtoplum olma gerçekliğine karşı mücadele edecek olan da işte bu meclistir, Êzîdî toplumu kendisinin olmayı hak eden bir toplumdur bu anlamda öz yönetimine saygı duyulması gerekmektedir. Kurucu Meclis kısa vadeli sadece Şengal Dağı’nda kalan on bin insanın ihtiyaçlarını karşılama amacıyla kurulan bir Meclis olmamakla birlikte Êzîdî toplumunun kendini yönetme iradesini açığa çıkaran, Şengal özgürleştikten sonrada çalışmalarını bu temelde yürütecek olan bir sistemdir.

Êzîdî toplumunun sadece Şengal’de örgütlenme sorunu yok, bulundukları tüm alanlarda inançsal ve kültürel özgünlüklerinden kaynaklı kendilerini yönetme sorunları bulunmaktadır en yakın alanlar ise Güney Kürdistan bölgesindeki Êzîdî yerleşim alanlarıdır Halk Meclisi ve Komün tarzı örgütlenmeler Şengal’den başlamak üzere her yerde geliştirilebilecek bir sistemdir. Ayrıca Güney Kürdistan hükümeti bu sistemden korkmak yerine kendisini de demokratikleştirecek bir sistem olarak görmeli. Kürdistan coğrafyası, dar milliyetçi anlayış ile belirlenen bir bölgenin sınırlarından ibaret değildir, sınırlara hapsedilemeyecek bir yer olarak Şengal’in de bunun bir parçası olduğu gerçekliğini görmek durumundadır. Şengal’in inanç ve kültürel farklılığından kaynaklı özerk bir statüye sahip olması parçalanmaya değil bütünleşmeye neden olur. Demokratik ilkeler temelinde bir bütünleşmeyi beraberinde getirir. Bu anlamda Meclis bu tür tepkilerle sürekli karşılaşabilir önemli olan özgür yaşam konusundaki ısrarı ve halka hizmet anlayışı olmalı takip edebildiğimiz kadarıyla bu temelde bir ısrarın olduğunu görebiliyoruz, bunun büyük bir kazanım olduğunu düşünüyoruz.

DAİŞ çetelerinin saldırısı ve ardından gerçekleştirdiği katliamla beraber HPG ve YJA Star gerillaları halkı kurtarmak ve Şengal'i özgürlüğüne kavuşturmak için Şengal'e geldi. Bunun halk üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tarihten günümüze Êzîdî toplumu yaşadığı katliamlar sonrası kendilerini koruyacak sığınaklar hep aramış, sığındıkları güçler tarafından saf ve temiz duyguları kullanılarak benzeştiği ve kendilerini dinlediği oranda koruyabileceklerine inandırmış. Hiçbiri özünü yitirmeden kendini koruyabileceği ne bir ortam sunmuş ne de anayasal çerçevede korumayı esas almış yani Êzîdî toplumu hep kandırılmış, kapitalist modernite sistemi entegrasyon adı altında kendi içinde eriterek bağımlı hale getirmiş, Kuzey Kürdistan’da sürgüne tabi tutulmuş, Suriye’de inançlarını gizlemek zorunda kalmış, Irak’ta ise Saddam rejiminin Araplaştırma politikalarını anlamaktan uzak kendilerini koruduklarını sanarak çelişkisiz yaşamaya mahkum edilmiş.

Baskı uygulanmaması adı altında Irak vatandaşı olmalarından kaynaklı kimliklerine Arap- Yezidi olarak yazılmış bu biçimiyle kimlikleri kendini koruma adı altında kabullenmiş bu durumuna şükür eder duruma getirilmiş. Saddam sonrası süreçte ise ilkel milliyetçi Kürtlük anlayışının baskısı altında maddiyat ile bağımlı hale getirilme sürecini yaşamış bu süreçte ise Kürt müsün Êzîdîmisin soruları karşısında kendini inkar etmeyle karşı karşıya bırakılmış bu anlamda özünden uzaklaştırılmış karmaşık bir hale getirilmiş bir toplum olarak yaşamını sürdürmenin kaygısını hep yaşamış. Kürtlüğü Güney Kürdistan şahsında ele alan Êzîdîler DAİŞ saldırıları sonrasında peşmergelerin kendilerini savunmasız bırakması karşısında yaşadıkları karmaşık ruh hali güvensizliği daha da derinleştirdiği gibi, gözleri önünde kaçırılan kadınları, başı kesilen çocukları çaresizlik içinde izlemek en fazla da kendilerine karşı güvensizliği derinleştirmiş ve direnişi anlamsız hale getirmiş.

Cesareti ve direnişi ile tanınan bir toplumun bu gerçekliği görülmelien son yaşadığı katliam sonrası ruh halini anlamak gerekir, yaşadığı çelişkilerin çözümünü açığa çıkarmanın kolay olmadığı düşünülse de parçalı duruşlarına rağmen tek kurtuluşu Rêber Apo’nun öncülüğünü yaptığı Özgürlük Hareketi’nde gördüklerini rahatlıkla belirtebilirim.

Êzidî halkı Kürtlüğe özgü değerlerin en saf halini taşımaktan ve kendi inançlarını korumaktan kaynaklı en büyük saldırılara uğradı. Genelde Kürt halkını özelde ise öz Kürt kültürünün inançsal zenginliğini temsil eden Êzidî halkına yönelen soykırım saldırılarını tarihi ve felsefik perspektif üzerinden değerlendirebiliriz?

Belirlemeleri ve öngörüleri temelinde DAİŞ saldırıları öncesi ve sonrası hazırlık ve müdahale ile PDK’nin anti-propagandalarına rağmen Êzîdî toplumunun gönlünde yer etti. HPG ve YJA Star güçlerini de Apo’nun askerleri olarak tanımlıyorlar ve kurtarıcı gözüyle bakıyorlar. Ayrıca Rojava devriminden YPG-YPJ’nin DAİŞ çeteleri karşısında yürüttükleri mücadelenin de olumlu anlamda etkileri büyük olmuştur.

Şu anda gerillanın yanı sıra PDK utanç tablosunu unutturmak için onlarca peşmergeyi Şengal’e getirmiş olsa da halkın güvenini kazanmış değil. 15 bin insan en zor koşullarda kalmayı, yaşamayı göze almış ve büyük bir direniş sergilemişse eğer bu gerillanın varlığından kaynaklanmaktadır. Gerilla olmazsa binlerce peşmerge savunma için dağ da da olsa tek bir insan onlara güvenerek kalmaz bunu kendileri de ifade ediyor. Êzîdî olduklarını söylemekten korkar hale geldikleri bir süreçte Önderliğin onları sahiplendiği ve PKK sayesinde Êzîdî olduklarını gizlemediklerini belirtiyorlar. Êzîdî toplumunun varlığını koruyacak özgürlüğünü sağlayacak esas bir güç olarak görüyorlar ve bundan emin olduktan sonra mülteci kamplarında özellikle de Güney Kürdistan’da kalanların da geri döndüklerini görebiliyoruz. Bundan dolayı HPG-YJA Star’ın toplumun yaşadığı sahipsizlik psikolojisini aştırmakla beraber direniş ruhunu da canlandıran ve dönüştüren bir etkisi olmuştur.

Tüm bunlarla bağlantılı olarak Şengal kendi savunma gücünü oluşturmak için YBŞ (Yekînîyên Berxwedana Şengal'ê) ve YPJ Şengal (Yekînêyên Parastina Jinen Şengalê) birliklerini kurdu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nasıl ki Şengal’de yerel inisiyatifin geliştirilmesi söz, karar ve irade gücünün açığa çıkması için Meclis örgütlenmesine gidilmiş ise yerele dayalı öz savunma güçlerinin de örgütlenmesi ve öz gücüne dayanması sistemin bir parçası olarak ele alınması gerekmektedir. Merkezi bir otoriteye dayanmayacak olan Şengal’de yaşayan Êzîdî toplumu tabandan örgütlenen Meclisler aracılığı ile kendini yönetme, toplumu ilgilendiren kararlar alma, toplumsal sorunlarını çözme, kominal ekonomisini örgütleme ve toplumun ihtiyaçlarını karşılama konusunda öz gücüne dayanan bir sistem içinde öz savunma gücünün önemli bir rolü vardır.

Özellikle 3 Ağustos 2014 tarihinden sonra böylesi bir örgütlenme hayati önemdedir. Geçmişte buna öncülük yapacak bir güç olmazken mevcut durumda bu imkan ve olanaklar açığa çıkmış durumdadır. Rojava’da YPG-YPJ güçleri bunun somut örnekleridir. Yerele dayalı büyüyen ve Rojava Devrimi’nin garantisi durumunda olan ve DAİŞ çetelerine karşı savaşan tek güç olduğu bugün dünya tarafından kabul edilmekte ve meşru görülmektedir.

YPG-YPJ’nin yanı sıra HPG ve YJA Star da aynı pozisyonda Şengal, Maxmur, Kerkük hattı başta olmak üzere Güney Kürdistan’da DAİŞ’e karşı savaşan tek güç olmuştur, bu direniş ruhunun Apocu militan duruştan bağımsız ele alamayız. Êzîdî toplumu da bundan etkilendiği gibi Önderlik paradigmasıyla bağlantısını kurabilmektedir. Örgütlenme sorunu kadar güvenlik sorununu da bu temelde ele alacak olursak YBŞ ve YPJ Şengal bir zorunluluk olarak açığa çıkıyor, PDK tarzı maddiyata ve yerele dayanmayan merkezi komuta tarzı toplumu katliamdan kurtarmadığı gibi teslim edecek konuma geldi. Sistemin inşasını bütünlüklü ele alacak olursak savunma gücünün de yerle dayalı olması çok doğal gelişmesi gereken bir durumdur, öz savunmayı sadece askeri güç olarak ele almamak gerektiğini düşünüyorum sivil savunmanında bu anlayışla örgütlenmesi önem taşıyor.

Kendi içindeki parçalanmışlıktan kaynaklı cemaat adıyla silahlı sivil insanlarda Şengal’de bulunuyor, bu cemaatler de PDK tarafından paralı asker yapılmak istense de birçoğu katliama ve nedenlerine yakından tanık olmuşlar. Burada da dayatılmak istenen Rojava tarzı peşmerge gücü oluşturmak bir kez daha Êzîdî toplumunun iradesini kırmak kendine bağlamak ve özgürlük savaşçılarına karşı kullanmaktır. Êzîdî inancının getirdiği ilkelerden de kaynaklı inanıyorum ki bu cemaatler böylesi bir tuzağa düşmeyecek kendi öz savunma gücü ile hareket edecektir.

Bu anlamda da Êzîdî toplumunun öz savunma gücü olarak örgütlenen YBŞ ve YPJ Şengal’in örgütlenmesi tarihi bir öneme sahip. Toplumun her yönüyle kendini savunacak konumda olması sistemin olmazsa olmazlarındandır. Ulusal güç olarak HPG ve YJA Star’ın bulundukları alanlarda kalıcılaşacak yerel savunma güçlerinin örgütlenmesinde öncülük misyonları bulunmaktadır, çünkü gerilla güçlerinin toplumu etkileme ve kazanma gücü tartışılmaz bir düzeyde açığa çıkmıştır Şengal somutunda da gözlemlenen budur.

YBŞ ve YPJ Şengal’i en fazla sahiplenmesi gereken kesim ise dünyanın dört bir tarafına dağılan Êzîdî gençler olmalıdır, köle pazarlarında satılan kadınların, katledilen genç erkek ve çocukların, savunmasız yaşlıların intikamı YBŞ’yi büyüterek alınabilir. İşte bunun için tarihi bir sorumluluk olarak seferberlik ruhu ve öze dönüş anlayışı ile Êzîdî gençlerin YBŞ ve YPJ Şengal güçlerine katılacağına inanıyorum.

Tüm bunların yanı sıra YPJ Şengal'in kuruluşu yani kadınların silahlanması Êzîdîlik tarihinde bir ilk olarak değerlendiriliyor. YPJ Şengal'in kuruluşunda alana gelen YJA Star'ın etkisi hangi düzeydedir?

Êzîdîlik inancının özünde kadına karşı feodal ölçülerin dayatılmadığı, tarihin belli kesitlerinde Êzîdî toplumunun kadınlar tarafından yönetildiği ve saygın bir yeri olduğu gerçekliği var. Daha sonra kendini koruma refleksinden kaynaklı tabulaştırılan ve belli kurallara bağlanan bir yaşam anlayışının açığa çıktığı, birlikte yaşadıkları farklı toplum ve inançlarında etkisi olduğu gerçekliğini görerek değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Yaşadıkları katliamlara rağmen yok olmamış günümüze kadar korudukları Êzîdî inancı dışında farklı bir inancı kabul etmedikleri için ve bu inancı günümüze kadar taşıyanların kadınlar olmasından kaynaklı katliamların en ağırını DAİŞ kadın üzerinden topluma yaşattı.

İnanç ve kültürlerini yaşatmak uğruna farklı inanç sahibi topluluklara kız alıp vermeyen bu yüzden içe kapanan bir toplumu en zayıf noktasından yani kadınla vurarak, teslim almak isteyen zihniyete en anlamlı cevap kadının savunma gücü YPJ Şengal olmuştur. Kapalı tüm toplumlarda olduğu gibi Êzîdî toplumunda da başlangıçta belli kaygılarla katılım olmuş olabilir ki bu çok doğaldır, önemli olan kaygı ve korkulara anlam vererek topluma yaşadığı derin güvensizliği aştırmak ve özgür yaşam anlayışını kazandırmak olmalı işte YJA Star’ın bu anlamda rolü önemli olmuştur. Êzîdî kadınlar yaşadıkları çaresizlik karşısında YJA Star şahsında kadının savaşan, direnen ve özgür yaşamı örgütleyen gücünü görmüş, öz gücüne inanarak YPJ Şengal güçleri içinde yerini almış.

Genel anlamda ilk süreçlerde Êzîdî toplumunda yaşadıklarından kaynaklı gelişen refleks ise gençlerimiz böylesi bir örgütlenmenin içine girdikten sonra inançların kaybedebilir, bizden uzaklaşabilir korku ve kaygılarıdır. Bu korkuya anlam vermek kadar bu anlamda yaşadıkları çelişkilerle yüzleştirmek önemli, şimdiye kadar onlarca kadın DAİŞ’in elinden kurtuldu ve birçoğu direniş saflarında yer almak yerine tedavi adı altında bu sefer Avrupa’ya kaçırıldı.

Çok bilinçli bir şekilde bu yapılmaktadır, kadınları özgürlük mücadelesinden uzak tutmak, intikam duygularını törpülemek ve düzene tabi kılmak kapitalizmin insanı kişiliksizleştiren, direniş ruhunu kıran politikası olmuştur. Toplumsallaşan bir hareket olarak DAİŞ faşizmine karşı yürütülen savaşın çok daha büyüğü kapitalizmin yozlaştıran sistemine karşı yürütülmektedir, bu mücadele tarzı elbette ki toplumu etkileyen bir tarz ve duruş olmaktadır. Kadının Özgürlük hareketini tanıdıkça, özgürlük mücadelesinde güçlü bir deneyime sahip olan YJA Star’ın katılım düzeyini gördükçe YPJ Şengal’e katılımlar daha bilinçli bir biçimde gelişir, yerele dayalı bir güç olmasının da verdiği rahatlık yaşadıkları kaygıların anlamsızlığını görebilirler.

Êzîdî toplumun da DAİŞ saldırılarına kadar hiçbir zaman kadınlar bu yoğunlukta esir alınmamıştı, erkekleri bu kadar çaresiz ve savunmasız olmamıştı bunun acısını yaşadıkları için özellikle kadınların silah eğitimi görme istemi çok yoğun bu konuda erkeklerin de engel olacak bir konumda olduğunu düşünmüyorum. Savunmasız onlarca genç kadının nasıl intihar ettiklerinin canlı tanıkları olarak bir daha aynı durumu yaşamak istemedikleri için kadınların öz savunma bilincini edinme amacıyla eğitim istemi daha fazla. Bu anlamda kadın gerillalara güveniyorlar, YPJ Şengal örgütlülüğü dışında da kamplarda onlarca kadına savunma eğitimi verildiğini biliyoruz. Katliamın bedelini ağır ödeyen Êzîdî kadınların katliamın yıldönümüne yaklaştığımız bu süreçte verdiği cevap hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve kadının da savunmasını hiçbir güce teslim etmeyeceği yönünde olmaktadır. Bu gelişmelerin Êzîdî toplumunda tarihi bir önem sahip olduğu kesin, kadının savunma güçlerine katılması direniş ruhunu geliştirmesi eşit, özgür ve demokratik bir yaşama olan özlemi gün geçtikçe Şengal’de daha fazla gelişiyor, derinleşiyor. Bu gelişmeleri YJA Star’dan bağımsız ele alamayacağımız da bir gerçek.

Son olarak Türkiye partisi olan HDP yani 'Halkların Bahçesi' olarak adlandırılan parti mevcudiyetinde ilk defa Êzîdî kimliğine sahip Batman Milletvekili Ali Atalan ve Amed Milletvekilli Feleknaz Uca iki parlamenter mecliste yerini aldı. Bu gelişmeyi nasıl buluyorsunuz?

Halkların Demokratik Partisi bilindiği gibi Önderlik projesi olup demokratik ulusun pratikleşmiş halini ifade etmektedir. Bu projede ezilen, yok sayılan ve sistem dışı bırakılan tüm kesimlerin kendini özgürce ifade edebildiği bir proje olmuştur. Bunun içinde aslında Türkiye tarihinde bir ilk olan Êzîdî inancına sahip iki milletvekilinin Türkiye Meclisi’ne girmiş olmasıdır.

Türk tarihinde adı bile geçmeyen yok sayılan ve topraklarından sürülen Êzîdî toplumunun Meclis’te temsilini bulması anlamlı olmakla beraber iki milletvekiline de bu anlamda sorumluluk yüklemektedir. Genel siyasi çalışmalara katılmakla beraber Êzîdî toplumunun yok sayılan inanç ve kültürlerini demokratik bir ortamda özgürce yaşama, geliştirmelerini, ellerinden alınan topraklarına geri dönüşlerini sağlayacak yasal zeminlerini oluşturacak çalışmalar içinde olmaları beklentilerin başında olmaktadır.

Irak’ta ise parlamentoların da Êzîdî temsili hep olmuştur. Bu anlamda Irak Anayasasının, TC Anayasasında daha demokratik olduğunu da belirtmek istiyorum, Êzîdîler Irak parlamentosunda temsil hakkına sahipler, fakat seçildikleri partinin çıkarları toplumdan önce geldiği için Êzîdî toplumuna zarardan başka hiçbir faydaları olmamıştır. Anayasa da belirlenen hakları dahi savunacak pozisyonda olmamış, toplum üzerinden yapılan pazarlıkların birer parçası olmanın ötesine geçememişlerdir.

Şengal’in demokratik özerk bir statüye sahip olması önünde engel olarak durmuş ve Êzîdî toplumu hakkında alınan kararlarda toplumun değil temsilcisi olduğunu söyleyen bu kişiler tarafından görüş alınmıştır. Güney Kürdistan ise henüz bir Anayasaya sahip değil, oluşturduğu komisyon da dahi Êzîdî toplumunun varlığından söz edilemez. Bunun için HDP modeli Türkiye de olduğu gibi Irak, Suriye ve İran içinde geçerli olup Ortadoğu’nun demokratikleşmesini de beraberinde getirecektir. Ulus Devlet modelinin çöktüğü, derinleşen sorunların çözülemediği, halkları, inanç ve mezhepleri birbirine kırdırdığı veinsanlığın başına bela ettiği DAİŞ gibi insanlık düşmanı ölüm çetelerini beslediğini ve büyüttüğünü her gün yaşayarak görüyoruz. Demokratik ulus modelinin Ortadoğu halklarının kurtuluşu olduğu umudu her gün artmakta ve Rojava’da olduğu gibi ispatlanmaktadır.