HDP Amed Miletvekili Erdoğmuş, 1 Kasım'da HDP'nin oylarının düşmeyeceğini belirtti. Avrupa'daki seçmenlerin de ciddi destek sunması gerektiğine işaret eden Erdoğmuş, AKP'nin kirli savaş konseptinin İslam'a aykırı olduğunu dile getirdi. Öz yönetimleri destekleyen Erdoğmuş, HDP olmadan Türkiye'nin ayakta kalamayacağı mesajını verdi.

Almanya'da geçtiğimiz günlerde bir dizi temaslar gerçekleştiren ve seçmenle buluşan HDP Amed Miletvekili ve eski Amed Müftüsü Nimettullah Erdoğmuş gündemdeki gelişmeler ve 1 Kasım'da düzenlenecek seçimler üzerine konuştuk...

'MECLİS'TE DE BARAJLA KARŞILAŞTIK!'

7 Haziran'daki seçimlerle Türkiye tarihinde görülmemiş renklilik ve çoğulculukta demokratik bir temsiliyet Meclis'e girdi. Ancak hemen ardından sandığa yansıyan halk iradesi AKP ve Erdoğan tarafından yok sayıldı; tekrar seçim kararı alındı. Doksan yıllık TC tarihinde ilk kez yakalanmış bu fırsatın yok edilmesine nasıl bakıyorsunuz? Seçim başarısının, sandıktan çıkan halk iradesinin Meclis'teki karşılığı ne oldu?

Meclis'te Türkiye partisi olma noktasında HDP verdiği vaatleri nasıl hayata geçirecek? Ve halka verdiği barış söylemlerini, barış sözünü nasıl formüle edecek? Artık parti olarak biz ona odaklanmışken, bir de baktık ki Meclis'te de bizi bekleyen bir baraj var. Yani o yüzde onluk, anti demokratik, 12 Eylül'den kalma o kalıntıyı HDP bertaraf etti. Fakat Meclis'e gidince sadece AKP değil, MHP çok net bir tavırla HDP Grubunu fulü gördüğünü ilk günden ilan etmişti. AKP de bu seçim barajını, hazımsızlığını her fırsatta bize hissettiriyordu. CHP de bir sistem artisi olarak, bizimle olamayacağını ama bunu daha esnek bir şekilde hissettiriyordu. Ve biz ilk günden yeni bir seçimin gelebileceği noktasında tartışmaya başladık. Çünkü koalisyonlar tartışılıyor. Yeni Meclis'te yüzde 95'in üzerinde bütün Türkiye coğrafyasının halklarının iradesinin temsil edildiği bir dönem Türkiye için bir şanstı ve seçmenin de verdiği mesaj; bundan sonra AKP’nin tek başına bu ülkede iktidar miladını doldurduğu, bundan sonra da komisyonlarla bir araya gelerek Türkiye’nin hükümetinin kurulması şeklinde bir mesajdı.

Aslında HDP de formülün dışında değil, belli ilkelerle, bu ilkelerin dikkate alınması durumunda HDP'nin herhangi bir parti ile dışarıdan destek verme veya bizzat görev alarak bir koalisyon sorumluluğu alabilirdi. Ama ilk günden itibaren AKP Cumhurbaşkanı'nın müdahalesiyle yeni bir seçim sürecini dayatmaya başladı. Bu elde edilen başarının bir faturası kesildi ve o yüzde 13'lük başarının tadını Kürtlere tattırmayacaklarını çok açık bir şekilde tavırlarıyla, tehdit ederek ortaya koydular. Böylece bir seçim sürecine girdik.

Bu seçimi biz doğrusu istemiyorduk. Hiçbir parti böyle bir seçim taraftarı değildi. Seçmen de iradesini ortaya koymuştu. Bu her birimiz için bir kaostu. Hükümet istikrar ve iktidar projesini ortaya koymuştu Türkiye’nin önüne. İstikrar ve iktidarın ancak AKP iktidarınca mümkün olabileceğini iddia etti ve Türkiye toplumunu da bir savaşın eşiğine getirdi.

Doğrusu şahsi düşüncem; kapasitesi ve kabiliyeti olmasına rağmen her iki tarafın da savaş yöntemini kullanmayacağına dönüktü. Çünkü iki buçuk yıla yakın bir barış süreci vardı, toplum buna inanmıştı, mayalanmıştı. Herkes bundan memnundu. İnsanlar ölmüyordu, batıya cenazeler gitmiyordu. Gerilla başka çalışmalar yürütüyordu ve toplum artık bu müzakereye dönüşmese bile bu ateşkesin çok ciddi bir barışa gebe olduğunun ümidini taşıyordu. Ama gittikçe başkan olma hırsı ve AKP’nin tahrikleriyle beraber yaptıkları operasyonlar ve karşısındaki eylemler de sürünce artık bizim normal bir seçim arifesinde olmadığımız gerçeğini görmüş olduk.

Bugün bu kadar kötü olmasına rağmen, biz hala kontrollü bir savaşın sürdürüldüğü düşüncesindeyiz. Eğer kontrolden çıkarsa asıl ne olacağı o zaman kendisini gösterecek.

Seçim sonuçları Kürtler açısından ne gibi fırsatlar ortaya çıkardı?

Eğitim faaliyeti gibiydi. 7 Haziran süreci adeta bir fırsattı Kürtler açısından. Süreçten önce de Kürtlerin birliğinin nasıl oluşacağı konusunda tarihi bir hedef ortaya konmuştu. O çalışmalardan önce de duygu olarak, Kürtler buna hazırdı ve merhale olarak da olgunlaşmış bir merhaleydi. O tayin ettikleri hedefin çok isabetli olduğuna, birlik ruhuna şahit olduk. Yani kendimizin hazırladığı, kendimizin ortaya koyduğu bir çaba ve çalışmadan ziyade, olgunlaşmış ve artık bir semereye dönüşmüş bir Kürt birliğini gördük orada. Sadece siyasi bir birlik de değildi. Doğrusu, içinde biraz da manevi birliği müşahede ettiğimiz bir birlikti.

Nasıldır mesela manevi birlik? Diyarbakır merkezli bir birlikti. Şehirlerin bir kimliği var, buna inanıyorum. Diyarbakır’ın da bir kimliği var. Diyarbakır'ın tarihte çok ciddi bir mücadele ajandası var. Bu tarihi süreçte Diyarbakır merkezli birliğin nasıl da tüm bölgeyi etkilediğini gördük, hep beraber yaşadık. Kürtler açısından bu hem bir başarıydı, hem de bundan sonra yapılacaklar konusunda HDP'ye sorumluluklar yüklemişti. Yani 7 Haziran sonrası biz bu birlik ruhunu nasıl yaşatabiliriz, sorumluluğunu.

'ÇIKIŞ YOLU MÜZAKERE MASASINDA'

Kürdistan'da 90’lı yılları da aşan şekilde kent merkezlerini kuşatan sıkıyönetim uygulamaları; günlerce süren sokağa çıkma yasakları, toplu sivil katliamları yapılıyor; cami, cemevi ve mezarlıklar yıkılıyor. AKP iktidarının savaşı tırmandıran bu politikalarına karşın, HDP hâlâ barışta ısrar edebilecek mi?

HDP Seçim Bildirgesi’nde de, Selahattin Başkan'ın açıklamasında da gördük; bir üçüncü yol olarak HDP'nin bu ateşkes için yeni bir yol, yeni imkan, yeni kanallar zorlayabileceğidir. Her ne kadar bizim aldığımız herhangi bir veri -yani masaya yeniden dönme, yeniden ateşkes, birtakım temaslar, hükümetin İmralı ile olan o diyalog kanalları vs.- olmamasına rağmen, çıkış yolunun yeniden müzakere masasına dönmekle ancak mümkün olabileceği fikrini hâlâ muhafaza ediyoruz. HDP bu bir aylık seçim süreci içinde buna muhtemelen ağırlık verecek. Birincisi bu.

İkincisi de; şu anda bütün imkanlarıyla Kürtlere, harekete dönük, HDP'ye dönük yapılan bu saldırıların da uzun ömürlü olmayacağını düşünüyorum. Bunu da ben iki nedene bağlıyorum. Birincisi; topyekun bir savaş olmasına rağmen bunun bir vatan, bir bayrak, bir ülke savaşı olmadığı biliniyor. Yani bizzat savaşan taraflar bunu çok iyi biliyorlar ki; bu bir saray savaşıdır, şu anda Türkiye kamuoyunda da bu çok yüksek sesle seslendiriliyor. Hatta asker cenazelerinin defni esnasında zaman zaman ailelerin bunu dile getirdiğine de şahit oluyoruz. Birçok yerde de bu rahatsızlıkların olduğunu da biliyoruz. Eskiden askerlerin, polislerin ve milliyetçilerin, 'Bu ülke bölünüyor, buna karşı askerin savaşması gerekiyor, vatanın kurtarılması gerekiyor' gibi kendilerine göre inandıkları ve savundukları görüşleri vardı. Bugün böyle bir düşünce yok.

İkinci neden olarak da, özellikle Ortadoğu'daki dengelerde Türkiye, o kadar rahat bir şekilde kendi savaş kapasitesini Kürtlere karşı kullanma imkanını bulamayacaktır. Bölgenin şartları, konumu bir tür buna bir fırsat, imkan tanımayacak.

'SURİYE'YE MÜDAHALEYE İZİN VERİLMEZ'

Suriye ve Rojava’da önemli gelişmeler var. Rusya'nın da direkt müdahil olması nasıl etkilere yol açar?

Rojava’daki gelişmeler zaten Türkiye’nin politikasını boşa çıkardı. Ve gün geçtikçe doğulu ve batılı güçler de kendi Rojava ile ilgili projelerini programlarını netleştirdiler ve ilan ettiler. Rusya direkt müdahil oldu. Daha önce İran zaten Suriye’nin müttefikiydi. Suriye geçmişte de Rusya’nın Akdeniz’e ulaşan en önemli ve tek kanalı. Suriye bu ilişkilerini sürekli sıcak tuttu ve bu savaş döneminde de hiçbir zaman Esad'ı yalnız bırakmadı. Bu son zamanlarda bilfiil oyuna dahil olması da, Türkiye’nin Rojava ile ilgili politikasının çöktüğünü, tamamen bir iflas durumuna dönüştüğünü gösteriyor. Bütün bu iç ve dış gelişmeleri ve Ortadoğu'daki dengeleri ve şu anda oluşan denklemi de dikkate alınca, bu savaşın uzun sürmeyeceği neticesi doğuyor.

Suriye sınırıyla ilgili işte bir hak iddia ediliyor ve '900 kilo metrelik sınırımız var, dolayısıyla bizim Suriye’ye müdahale hakkımız var' gibi bir şeyler söyleniyor. Ama işin bu uluslararası boyutuna baktığınız zaman doğulu güçlerin, batılı güçlerin de ifade ettiği şey; Suriye'ye herhangi bir müdahalenin asla mümkün olamayacağı; ABD ve Rusya’nın bu konuda müsaadesi olmayacağı; bunların asla böyle bir şeye tevessül edemeyeceği şeklinde görüşler var. Biz de bu görüşleri paylaşıyoruz.

1 Kasım seçimleri mevcut durumda gerçekleşebilir mi? Çünkü sınır tanımayan; insani değerleri tanımayan saldırılar var. Kürdistan il ve ilçelerinde sivil katliamlar, hatta mezarlıklara bile saldırılar-yıkımlar var...

Acaba o birlik ruhunu yeniden seçim yaklaştıkça yakalayabilir miyiz? Bu tahribattan sonra, büyük bir demoralizasyon var. Yani Kürtler, özellikle bu son kabristanlara, mezarlara, şehitliklere yapılan saldırılardan sonra tamamen, seçimin de artık herhangi bir olumlu sonuç doğurmayacağı noktasına geldiler. Yani 'bizim varlığımız inkar edildi. Ve bizim şimdiye kadar gençlerimize saldırdılar ve birçok değerlerimizi yok ettiler ama en son kabristanlarımıza ve şehitlerimize de saldırı yapılıyorsa demek ki bizimle bunlar arasında bundan sonra artık oluşabilecek herhangi bir diyalog kanalının sürmesi mümkün değil' noktasına geldiler. Haklılar da. Çünkü tarihte hiçbir savaşta bilebildiğimiz kadarıyla bu şekilde düşmanlık yok. Yani insanlar savaşmış, birbirlerini savaş esnasında öldürmüşler ama öldürdükten sonra da bırakınız onların ölülerine hakaret yapmayı, ölülerine saldırmayı, ölülerini defnetme, gömme fırsatlarını birbirlerine tanımışlar. Savaşlara ara vermişler, ateşkes yapmışlar, ölüler defnedilmiş, hastalar toplanmış ve eğer devam edilecekse ondan sonra devam edilmiş, yeniden savaşım başlatılmıştır. Bir defa en büyük kırılma, bu. İkincisi de Cizre’de son yaşanılanlar.

İSLAMİ AÇIDAN ŞEHİTLİKLERE SALDIRI NE ANLAMA GELİYOR?

Hükümetin ablukaya aldığı Cizre ve diğer Kürdistan kentlerinin durumunu bize biraz daha ayrıntılı anlatabilir misiniz? İslami kimliği olduğunu iddia eden bir parti var şu an iktidarda, Kürtler de ağırlıklı Müslüman bir halk. Müslüman olmaları da önemli değil. Kürtlerin değerleri saldırılıp yok ediliyor. İslam'da bu nasıl açıklanabilir?

Hepimiz tabii köylerde yaşadık, köylü çocuğuyuz. Bütün köylerin mezarlıkları mutlaka köyün dışında insanların görebileceği belki köyden dışarı çıkarken veya köye dönerken, çifte çubuğa gidip gelirken biraz da ibret alabileceği noktalarda mezarlar konumlandırılıyor ve büyük bir saygı duyuluyor. Hatta öyle bir saygı duyuluyor ki mezarlıktan geçince onlara basmama, üzerinde oturmama, eğer bir hayvan oralardan geçiyor ise hemen birini gönderip o hayvanı oradan uzaklaştırma, hatta mezarlıklardaki ağaçlardan bir yaprak dahi koparmama ahlakı var. Yani bu dünyanın her yerinde belki böyledir ama, bizim yöremizde böyle gördük, böyle biliyoruz. Hatta köylerimizde bilindiği gibi böyle odun toplama, kışlar şiddetli geçtiği için o hazırlığı yapma, sonbaharda o hazırlık dönemi var. Köylüler için bazen öyle bir oduna hasret kaldıkları günler oluyor ama o mezarlıklardaki o kuru dalları, kuru yaprakları bile almama, onlara dokunmama, onların dokunulmazlığı gibi ahlakla biz büyüdük. Böyle büyüdük ve halen de bu kabristanlar var. Bu sadece Müslüman mezarlıkları için değil, Ermeni mezarları da var bizim bölgede ve aynı ahlak onlara da uygulanıyor.

Ermeni mezarı olsun, Müslüman mezarı olsun, oradan kuru bir ağaç bile alma hakkın yok, niye yok? Çünkü her ne kadar zahiren onlar bizim gördüğümüz bir toprak parçası üzerinde inşa edilmiş olsalar bile ahlaki olarak inanç olarak onların yattıkları yer uhrevi bir aleme yani öbür dünyaya ait olduğu yerdir.

Şimdi bugün görüyoruz ki; cemevi, cami, mezarlar, kabristanlar pervasız bir şekilde, hiçbir ahlaki kurala riayet edilmeden tamamen toplumu tahrik ederek, Kürtlerin en hassas en çok rencide olabilecekleri hususlar ne ise; adeta onları çiğneyerek bir kirli savaş yürütülüyor.

Bugün Başbakan çıktı diyor ki; 'Biz hiçbir sivili öldürmedik.' Otuz günlük bebekten tutalım yetmiş yaşındaki dedeye kadar, çöpten ekmek toplayan insana kadar keskin nişancılar onun kafatasını havaya uçurdu.

Keşke, Kürtlerin savaştığı kesim ya da iktidarların adı Müslüman olmasaydı. Kürtler ne zaman bir birlik ruhu yakalamışlarsa, ne zaman bir bilinç düzeyi yakalamışlarsa; bu bölgesel güçlerin, tiranların ne zaman korkulu rüyaları haline gelmişlerse bu krizde yine dini kulanmışlar, içinden çıkmışlar. İslam adına, din adına bu şekilde isyanları bastırmaya çalışmışlar.

İspanya-Bask-Katalan, İngiltere-İrlanda daha uzun mücadeleler veren farklı örgütler var, Kolombiya’da FARC var. Dünyanın hangi ülkesinde bu kadar hiçbir kural tanımadan bir halka topyekun bir saldırı var? Keşke diyorum: zalimle mazlumun dinleri aynı olmasaydı. Ama diyeceksiniz ki, 'bu nasıl bir dindir ki; bu kadar zalimlere bu kadar büyük imkan tanıyor?' Fakat asla peygamberin getirdiği din bu değildir ve topluma emanet ettiği mazlumların, kölelerin kurtuluşunu müjdelediği din bu değildir. Şu anda bizim tarihimizin miras olarak devraldığımız, yaşadığımız bu din ile Hz. Peygamberin getirdiği din aynı değildir.

Kürtler bugün bir zalimin, sarayında oturup da camiyle de sarayını meşrulaştırarak, iktidarını bu şekilde uzatmaya çalışan bir tezat durumla karşı karşıya. Şu anda, sadece ülkemizle ilgili değil, Ortadoğu’da Kürtlerin bütünen yaşadığı durum budur.

'AKP TABELA PARTİSİ OLUYOR'

AKP'ye oy veren bir kesim Kürt de var. Kürtler tümden 'çözmüşler' diyebilir miyiz?

Yani biz düzenin partileri bölgede nasıl her biri bir tabela partisi olduysa açıkça CHP’si, MHP'si ve diğer sağ partiler nasıl bir tabela partisi olduysa ve her biri de geçmişte Kürtlerden nasıl büyük destekler gördülerse, Kürtlere düşmanlıklarını ilerletince de nasıl bu ibretlik hale geldilerse, bugünkü AKP'nin de akibeti onlar gibi olacaktır. 7 Haziran seçimlerinde nasıl ki hezimet yaşadılar, eminim ki; 1 Kasım seçimlerinde de AKP diğer partiler gibi tabela partisi olacaktır. Düşünün ki, bir ilçede yüzde 90 -Cizre, Lice, Silopi, Nusaybin- bir oy alsın... Halkın yüzde 95'inin iradesi o şekilde sandığa yansısın ama buna rağmen bu irade dikkate alınmasın ve sonra da densin ki, 'bu ilçelerde öz yönetimden söz ediliyor'. Sen yüzde 90'lık iradeyi kabul etmezsen Kürtler ne yapacak?

ÖZ YÖNETİM

Bu durumda AKP yöneldiği için mi, başka seçenekler kalmadığı için mi Kürtler güvenlikleri adına bu yöntemi, öz yönetimi seçmek zorunda kaldı?

Öz yönetim şu anda Kürtlerin dayattığı bir yönetim, bir eylem biçimi değil. AKP’nin bu sandığa yansıyan iradeyi tanımaması, daha net ifadeyle; devletin onu tanımaması sonucunda şu anda bölgede tartışılan ve ciddi ciddi tartışılan çok önemli bir konudur. Kaldı ki öz yönetim zaten demokratik bir mücadele yöntemidir. Ve toplumun devlete karşı, bu demokratik haklarını en iyi bir şekilde ortaya koyma, o taleplerini öne sürme, kendi kendisini idare etme yöntemidir. Ama devlet, öyle bir zora soktu ki bölgeyi, bu şekilde bir öz yönetim biçimi de ortaya çıktı. Yoksa öz yönetim biçimi, şu anda uygulanan ve pratiğine şahit olduğumuz ilçelerdeki hendek kazmalar veya silahlı bir şekilde verilen bir cevabın adı değil. Ama bu son o iradeyi tanımama tahriki böyle bir şeyi beraberinde getirdi.

Selahattin Demirtaş da söylemişti, "Gençlerden ziyade HDP'nin görevidir. Onu tartışabiliriz. Siyasetin görevidir" diye. Hatip Dicle de "İmralı'da konuşulup tartışılıp belli bir konsepte bağlanmıştı, aslında Dolmabahçe Deklarasyonu da onun kabulü ve ilanıydı. Davutoğlu ve Erdoğan'ın da onay verdiği bir anlaşmaydı" demişti. Burada, devlet kendini boşa mı çıkardı, ya da bilerek mi çatışmalı bir duruma soktu? Bilerek mi savunma boyutu öne çıkarıldı?

Biz böyle inanıyoruz. Bu devletin bir tarihi sonucu oluşan bir sorun. Savunma boyutu en son biçimlendirilecek bir tarafıydı. Bu biçimiyle bir savunma hele tercih edilecek bir durum değildi, diye düşünüyorum. Özyönetimin en son halkası öz savunma halkası oluyor. Öz savunma maalesef bu şekilde olamıyor. Öz savunma dediğimiz fıtri bir durum, hücuma karşı herhangi bir organizmanın kendi kendisini savunmasından yola çıkarak kendini koruması, güvenceye alma araçlarını devreye sokmasıdır. En zayıf bir canlının nasıl kendi kendisini savunma kabiliyetine ve kapasitesine sahip olması doğal ve normal ise bir toplumun da öz yönetimi inşa ederken o toplumun savunmasına yönelik, herhangi bir tehlikeye karşı, bir hücuma karşı o toplumun muhafazasına dönük geliştirilen bir mekanizmadır öz savunma. Fakat sistem öyle bir tahrip silahını devreye soktu ki, bir anda biz bölgede, ilçelerde gençlerin öyle bir direnişe gittiklerini gördük.

Ancak çok tahrikler, sabır sınamalar oldu. Örneğin siyasi soykırım tutuklamaları, katliamları var...

Tahrikler tabii var. Sokağa çıkma yasağından başladılar. Sonra ablukalar oldu. Hassas olan mesela Silvan gibi, şu an Diyarbakır’da Sur gibi veya Cizre, Silopi, Varto gibi... Birçok yerde o ilçeler abluka altına alınarak, sıkıyönetim uygulamaları devreye sokuldu.

'HDP TÜRKİYE'NİN GENELİ İÇİN ŞANS'

Yüzde 90'ların üzerinde oy alan tüm ilçeler hedef alınmış görünüyor. Öyle mi?

HDP'nin en başarılı olduğu ve en fazla oy aldığı ilçelerde öyle pilot noktalar seçildi ve hücuma geçtiler. Ama 1 Kasım seçiminde eğer hükümetin bundan daha öteye taşıyacağı bir çılgınlığı olmazsa eminim ki HDP yine çok güzel başarılar elde edecek. Ve HDP sadece Kürtler için değil, Türkiye’nin geneli için önemli bir şans olduğunu zamanla gösterecektir.

Mesela Selahattin Başkan o deklarasyonu açıklarken 'Siz HDP’yi bu gemiden dışarıya atmaya çalışırsanız, bu gemi batar' dedi. 'Eğer hala bu gemi batmamışsa HDP'nin varlığına borçludur' uyarısında da bulundu. Hakikaten de öyledir. HDP'nin aradan çıktığı veya Meclis'e gitmediğini düşünün. Siz HDP’nin siyasetini hazmedemezseniz o zaman Allah muhafaza çok daha büyük felaketlere gebe olur. Kolay da değil yani Türkiye çok fazla ayakta kalamaz. Burnunun dibinde Suriye’yi, Irak’ı şu anda bizzat gören ve bizden çok daha iyi takip eden, istihbarat raporları ile ne olup bittiğini ve kendilerine dönük nasıl bir tehdidin Ortadoğu’da yavaş yavaş biriktiğini çok daha iyi bilirler. Bunu göze alması zaten bir çılgınlık.

Biraz da rakamlarla konuşursak; 1 Kasım'da nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Doğrusu bu son olaylar olmadan, Suruç olaylarından önce yüzde 15 idi. Fakat bu operasyonlar ve eylemler, bir anda seçimi ve o HDP’nin stratejisini askıya aldı. Bütün bu hücumlara rağmen HDP’ye oy veren seçmende herhangi bir olumsuz etki olmadı. Özellikle Kürtleri bence yanlış okuyorlar. İktidar şunu düşündü: 'Böyle bir saldırı neticesinde Kürtlerde o birlik ruhu dağılır.' Yani 'Aman huzurumuz bozulmasın, başımıza daha büyük belalar gelmesin' diye düşünüleceğini sandılar. Kürtleri yıldıracakları biçiminde düşünceleri vardı. Asla bu böyle olmayacak çünkü herkes bunun farkında. Yani, olup bitenin ve hangi amaçla bütün bunların yapıldığının herkes farkında ve bekliyor. Şu an mesela Kürt illerini gezince -ben Diyarbakır’dan geliyorum- Medya Mahallesi muhtarına gitmiştim. Sanıyorum 26 bin seçmenimiz var orada. 'Nedir durum, insanlar ilgisiz mi' diye sordum. 'Hayır, listeler askıya çıktığından beri ilk günden insanlar gelip listede adı var mı yok mu diye soruyor' dedi. 7 Haziran’da böyle değildi, seçmen son güne bırakmıştı. Burda da (Avrupa) konsolosluklara soruyorlar. İyi bir sahiplenme, sessiz bir sahiplenme var. İnsanların kahvelerde, şurada burada propaganda yaptığı yok, öyle bir ortam da yok. Bir yas hali havası var şu anda. Ama sandığa irade yansıyacaktır. Bu heyecanı, bu iradeyi, bu kararlılığı bütün Türkiye görecek ve şapka çıkaracak.

'HDP DAHA FAZLASINI YAPABİLİRDİ; YAPACAK'

HDP’nin burada yetersiz kaldığı söylenebilir mi? İradeye ses olma, temsil kabiliyeti açısından?

Bizim yetersizliklerimiz var elbet. 'Kürt seçmen, Kürt halkı HDP’den beklentileri ile ilgili acaba tatmin oldu mu' diye sorsanız, elbette öyle bir tatmin de yok. Yani HDP de bu beş aylık süre içerisinde daha fazlasını yapabilirdi. Eksikliklerimiz olabilir, doğru ama aldığımız kararlarda bir yanlışlık yok. HDP ilk günden beri barış ve müzakere masasının yeniden kurulması talebinde sürekli ısrarcı oldu.

HDP milletvekilleri olarak Cizre’ye yürüdük, bizi engellediler. İdil’den Cizre’ye doğru onlarca kilometre yol yürüdük. Ve bu gezimizi bir barış gezisi olarak adlandırdık. Bölgeyi gezdik; Botan’ı, Serhat’ı, Amed’i. Bu barış yürüyüşümüz bütün karalılığı ile devam edecek. Bununla beraber dış diplomaside de HDP’nin çok ciddi çalışmaları oldu, temasları oldu.

Türkiye'de demokratik ortam olmadığı için her ilde miting yapamıyorsunuz, batıda sınırlı sayıda mitingleriniz olacak. Peki, HDP nasıl bir Türkiye partisi oluyor bu durumda?

Türkiye için bir şanstır. HDP'nin o iddiası halen geçerlidir. Bunu şu anda Türkiye siyasetini enine boyuna elinde bulunduranlar elbette istemeyecektir. Bölgeye hapsetmek isteyecektir. HDP’nin sadece Kürtleri temsil ettiğini iddia edecektir. İktidarı rahatsız eden noktalardan bir tanesi de budur. Çok ciddi bir karşılık da aldık. Örneğin Türkiye’de en fazla milletvekili çıkardığımız il İstanbul'dur. Diyarbakır’da bu kadar milletvekili çıkarmadık, on tane çıkarmıştık. İstanbul’dan on bir tane çıkardık. İstanbul’da bir milyonun üzerinde oy aldık.

AKP’ye gidecek oylarınız var mı?

AKP’ye gidecek oylarımız yoktur, ihtimal vermiyorum, gitmesinin de hiçbir sebebi yoktur. Neden? Mesela adaylarına, bölgedeki adaylarına bakalım; zaten Kürtleri gözden çıkardığını oradan görürsünüz. Kürtlerin oy vermeyi bir yana bırakalım, selam verebilecekleri bir adayları yok. Ama gelecek oylarımız var, kalan oylarımız gelecek.

'AVRUPA'DA OYLARIMIZ İKİ KATINA ÇIKACAK'

Avrupa’dan beklentiniz ne, nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Avrupa’dan geçen seçim beklentimizin altında oy almıştık. İyiydi ancak, beklentimizin altındaydı. Avrupa'da da biz oylarımızın iki katına çıkmasını bekliyoruz. 7 Haziran’da Türkiye’de biz oylarımızı iki katına çıkarmıştık, bu defa Avrupa’da iki katına çıkaracağız.

Avrupa’daki potansiyeliniz, aldığınız oyların çok daha üzerinde mi?

Öyledir. Biraz da kullanılan oyları manipüle etmelerine olanak veren durumlar söz konusu. O açıdan da verilen oya sahip çıkmak da burada çok önemli.

Peki, bu seçmende peşin bir ön yargı oluşturmaz mı, oyunun akıbetine ilişkin?

Hayır. Onların attıkları her adım hemen kısa bir süre sonra ortaya çıkıyor. Mesela bu sandıkları taşımayla ilgili ülkede bir hava oluşturdular. Özellikle Kürt seçmen üzerinde de psikolojik bir algı oluşturdular. Sandıklar bir yere taşınıyor, müdahale yapılıyor, bunların sonucunda nasıl bir hile uygulanır falan... İnsanların kafası tam karışıkken YSK o başvuruları iptal etti. Ve sonuçta yine o normal seçim algısı şu anda tabii yeniden canlanmaya başlandı.

Bunlar bizim lehimize gelişmeler. Yani normalleştikçe biz daha çok başarı elde edeceğiz. Anormal koşullarda, hileli koşullarda mağduriyetler ortaya çıkıyor. Bizim hile yapacak durumumuz yoktur.

HDP'deki temsil durumuna gelmek istiyorum. Sizin gözlemlerinize göre; pratik olarak bu karşılığını nasıl buluyor? Demirtaş da "Sadece ne Alevi, ne Sünni, ne Kürt, ne Türk, ne kadın, ne işçi partisiyiz. Sadece solcu bir parti de değiliz ama hepsinin partisiyiz. Bütün kimliklerin kendini içinde bulacağı bir partiyiz" dedi. Bir taraftan da koalisyon partisi demek oluyor, bu. Pratik olarak nasıl işliyor?

Türkiye'nin bütün renkleri var. Ama Kürdistan'ın bu hızlı siyasi kazanımları ve oluşturduğu bilinç göz önünde bulundurulunca HDP’nin sadece bu renklerle yetinmemesi gerekiyor. Bu mevcut Türkiye tablosunu, öyle bir birliğe dönüştürüp formüle etmesi gerekiyor ki, bunların içindeki o ahenk de görülsün. Yani sadece bu renklerin olması değil, o renklerin ahenginin de, o cümbüşünün de görülmesi, o çokluk içerisindeki birliğin bir üretime dönüştürülmesi gerekiyor. Fabrika örneğini verebiliriz, üretim yapabilmesi için her çarkın kendi görevini, kendi sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir ve o şekilde çarkların birbirlerine müdahale etmeden, kendi sorumluluğunu yerine getirir. Herhangi bir çarkın başka bir çarka müdahale etmesi gerekmiyorsa HDP’nin de böyle olması, üretime geçmesi gerekiyor. Şimdi bakın iki Êzîdî vekilimiz var, eğer biz sadece bir partinin nasıl oy alabileceği düşüncesinden hareketle yola çıkacaksak, HDP’nin aslında bu adımının hiç de mevcut siyasi partilerin çalışmalarına uymadığını görürsünüz. Oy potansiyelleri yok ama çok değerli ve çok anlamlılar. Söylerken de bir müftü olarak söylüyorum, çok anlamlı buluyorum. Neden? Birincisi: Tarihi olarak anlamlı buluyorum çünkü Êzîdî ler bize geçmişten tarihten kalan zenginliklerdir. Bölgenin en eski, yerel, yerleşik değerleridir, zenginlikleridir.

İkinci anlamlı yanı: Şengal’de insanlık öldü. Êzîdîlere tüm dünyanın gözü önünde reva görülenler bizim insanlığımızı öldürdü. HDP bununla ölen insanlığa yeniden hayat veriyor. Yani; bugünkü dünyaya şu anda bu temsiliyetle bu kitlenin, bu zenginliğin bu şekilde tanıtılması sorumluluğunu ortaya koyuyor. Bu şekilde bir üretimden söz ediyorum. Diğer renkler için de bu böyledir. Mesela kabaca çizdiğim zaman HDP’nin içinde Müslümanlar ve Hıristiyanlar var, keşke Yahudiler de olsa. Ama ülkemizde sanıyorum bu şekilde bir Yahudi potansiyeli kalmadı. Yani bu Semavi dinlerin her üç temsilcisi de bulunsa ve bunlar Yahudiliğin, Müslümanlığın propagandasını yapmak yerine o ilahi dinlerin topluma aşıladığı ahlakı, değerlere olan bağlılığı, madde ve mananın dengesini, bu şekilde ortaya koyarak günümüzle tarihi bu şekilde buluşturabilse. Orada böyle bir üretim ortaya koyabilsek. Ve bunlar içerisinde işte Ermenisi var, Müslümanlar içerisinde Alevisi, Sünnisi vs. var. Hitap ettikleri çevrede bu şekilde sorumluluk alarak bu ülkeye, topluma, halklara hitap edebilseler. Çünkü bu felsefede bir devlet kazanma, devlet olma düşüncesi yok. Bu felsefenin tamamen hayata geçmesi demek tüm toplumlara her anlamda hizmet etmek demektir. Bundan dolayı da HDP hem maddi, hem manevi, hem siyasi, hem kültürel Türkiye halklarına, toplumlarına bütün bu damarları, maddi ve manevi enerji kanallarını çalıştırarak böyle bir üretime geçerse ancak görevini yerine getirmiş sayılır. Her şeye rağmen biz isteriz ki Kürtlerin kendi düşüncelerini farklı bir şekilde ifade edebilecekleri başka partiler de olsun. Yani HDP sadece tek parti olsun, bütün Kürtlere bu şekilde uzun vadeli siyaseti adeta kendisi yönlendirsin gibi bir düşüncemiz de yok, diğer düşüncelerin de partileşmesi lazım. Ben bu anlamda HDP’nin bileşenlerini çok onaylamıyorum. HDP'nin bu bileşenlerle hareket etmesi yerine, bileşenlerin de kendi partilerini kurmalarını, o şekilde çıkıp kendilerini ifade etmelerini arzu ederdim. Ama belki bu geçiş sürecinde buna bir ihtiyaç vardı, bunu da o ihtiyaçtan kaynaklanan bir durum olarak görüyorum, yoksa sürekli bu şekilde devam edecek değil.

Türkiye’nin mevcut konumu tek tek ayrı durmaktan ziyade, HDP tarzında bir koalisyona ihtiyaç duymuyor mu?

Bir ülkede nasıl değişik partiler varsa, her partinin bir de muhalefeti varsa, HDP’nin de şu anda Türkiye partilerinden muhalifleri var. İsterim ki Kürdistan’dan da bir muhalefeti olsun. Bu daha çok partileri hizmete motive eder. Yani tek parti, uzun süre bir muhalefet partisi ile kontrol edilmezse sonuç itibariyle bir rehaveti de getirebilir. Ama o bu gün söylediklerimizin mevzusu değil, yarın ya da daha ilerideki dönemlerde belki tartışılabilecek şeylerdir.

'AVRUPA SAYESİNDE MANEVİYATIMIZ YÜKSELTİYOR, FAZLA VEKİL ÇIKARABİLİYORUZ'

Seçmenden beklentileriniz neler, özellikle de Avrupa'daki seçmenlere bir mesajınız var mı?

Avrupa’daki dayanışma bize ruh katıyor, maneviyatımızı yükseltiyor. Buradaki çalışmalarımızı da önemsiyoruz, Parti olarak belki de 7 Haziran’da Avrupa’ya bu kadar yoğunlaşmadık ama şu anda hem eşbaşkanlarımız, hem de milletvekillerimizin çoğu Avrupa’dalar. Yani aşağı yukarı bütün kentlerinde ziyaretlerimiz sürüyor. Bizim buraya gelişimiz oyları tahlil etmekten ziyade, bu seçim döneminde Avrupa'daki dostlarımızın da düşünsel katkılarını alarak, yolumuza devam etmek istediğimizden. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki; şu anda Avrupa'da, yani Almanya’da şahit olduğumuz moral ve motivasyon beklediğimin çok üstünde, bu da hem dışarıdaki Kürtlerin hem de ülkedeki Kürtlerin bilinç düzeylerinin bir göstergesidir ve memnun edicidir. Ayrıca ülkedeki sonuçları genel dağılım üzerinden etkilemektedir. Biz yurt dışı oyları ile Kocaeli’nde bir milletvekili çıkardık.

Gerçek Müslüman-dindar seçmen neden AKP’ye oy vermesin, neden oyunu HDP’ye versin?

Gerçekten dindarsa, zalimle mazlumu en iyi şekilde ayırt edebilecek bir ferasete sahip olmak zorundadır. Ve bir dindarın yeri her zaman mazlumun yanıdır. Sadece zalim ve mazlum kavramlarını göz önünde bulundurarak bu soruyu cevaplayabiliriz; ortada gerçekten bir zulüm var, bu zulmün altında da başları ezilmeye çalışılan mazlumlar var.  ANF - AYFER TURHALLI