salihyazar @ ybhaber.com

“JE SUİS CHARLİE HEBDO”

İnanmak, tek olana sığınmak; amansız zamanlarda kendinden kaynaklı eksiklikleri ve zorlukları aşmak için üstün güç, yaratıcıya muhtaç olmaktan kaynaklanıyor.

Medeniyetin gelişimi insan aklının eseridir. Gelişimin hızı aklın sınırlarının zorlanmasına bağlıdır. Sınırları zorlayan toplumlar medeniyette her zaman önde olmuşlar.

İnsan,aklın kullanımıyla ilgili artan imkânları fark ettikçe daha fazla zorladı, zorladıkça aklın kapasitesi artarak iç içe devam etti.

Bin yıl önce yaşayan insanların hayal bile edemeyeceği imkânlarla donatılmış zaman diliminde yaşıyoruz. Bin yıl sonrasının olası yaşanası dünyasını hayal edemediğimiz gibi.

Aklın getirileri sonucu fiziki ve maddi şartların iyileşmesi insanın inanma ihtiyacını ortadan kaldırmamıştır.

Sorun inanmak, bir inanca sahip olmak değil. Sorun, akıl sahibi insanın inancıyla nasıl bir ilişki oluşturacağıydı.

Akıl-inanç ilişkisi felsefe biliminin temellerinden biridir. Bunun üzerine ortaya sayısız eserler yazılmış, alanında birçok filozof yetişmiştir.

Bu netameli meseledeki tartışmalar durmamıştır, dünya var oldukça devam edecektir.

Ortaya çıkan manzarada, genel olarak akıl inanç ilişkisi iki karşı gruba ayrılmıştır.

Birinci grup “inanca dayalı anlama ve akıllanmayı” savunur. Buna Skolastik düşünce denir.Onlara göre felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır, onun üzerinden anlamaya ve onu desteklemeye çalışır.

İkinci grup, gelişmenin sürekli olabilmesi için inancın aklın yol keseni değil yol açanı, aklın tamamlayıcısı olması gerektiği dolayısıyla “anlamaya dayalı bir inanç” sistemini benimsedi.

Çağdaş, modern ve gelişmiş toplumlar gelişmelerini anlamaya dayalı inanca borçludur.

Ortaçağa kadar “inanmaya dayalı anlama” inanç sistemi Avrupa kıtasına sefaletten başka bir şey getirmemiştir.

Rönesans ve Reformlar,aklın zaferiyle ortaya çıkmıştı.

Bir anda olmadı,büyük savaşlar, mücadeleler ve bedeller sonucu ortaya çıktı.

Bunun içindir k,Fransa’da dergiye yapılan kanlı saldırı (08.01.2015 Charlie Hebdo mizah dergisi) sonrası Fransa cumhurbaşkanı(F.Hollande) soğukkanlılığını koruyarak bu olayda ülkesinde yaşayan Müslümanların sorumlu tutulamayacağını ifade eden aklı geliştirdiler.

Birinci grup inanç sistemi şematik; yukarıdan aşağıya hiyerarşik düzen içinde kontrollü ve sınırlı gelişmelere açık dogmatik gruptur.

Tanrı vardır, bütün üstün şeyler ona mahsustur. Karşısında ise kötülüklerin kendisinde müşahhaslaştığı şeytan vardır. İnsana düşen görev ve temel sorumluluğu sorgulamaksızın taraf olmaktır. Ki mutlak ve ebedi mutluluk için Tanrının yanında yer almaktır.

Değişen dünya şartları birinci grubun geriye düşmesine yol açınca,inanç sistemlerinde otoriter ve yetkin karar vericilerin kontrolünde,Tanrı ile olan ilişkilerde yeni argümanlara yer verildi. Böylece kaybedilen ilginin artması sağlanacaktı. Bunun üzerine Tanrı ile şeytan arasında yürütülen mücadelede soyut şeytanın yerini, dizginlenemez bedensel arzularımızın tahrik ettiği biraz daha somut olan “nefsimiz” aldı.

Pederşahi/(Ortodoks),mutaassıp, muhafazakâr İslam inancına sahip  inanca göre nefsimiz en büyük tehlike ve ilk düşman şeytanın işbirlikçisidir.

Anlamaya dayalı inanç sisteminin merkezinde akıl vardır. Tanrının insana bahşettiği zenginlik aklın sınırlarını zorlayarak Tanrıya varmaya, yakın olmaya çalışan ve isteyen insan iyi insandır.Aklını hakkıyla kullanarak, Tanrıya ve insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getiren ideal kuldur.

Bütün kutsal kitaplarda Tanrı,yaşanmış toplumsal örnekleri verdikten sonra son söz olarak “akletmiyor musunuz, görmüyor musunuz” diyerek uyarmasının anlamı,aklımızla ilgili sorunların altını çizmektirAkıl,ne kadar özgürse o kadar rahat ederek doğru ve ideale ulaşma imkânı sağlar.

Anlamaya dayalı inanç sisteminde şeytan ve nefsimizin yerini alan kötü rol model,aklını layıkıyla kullanamayan, hakkını veremeyen ahmaklardır. Aklını kullanamayan her tür belaya teşne insandır.

Bir gün Hz. İsa’nın telaşla, koşarak birinden kaçtığını gören havarileri korkmuş. Hz. İsa’nın peşinden koşarak yakalamışlar ve telaşının nedenini sormuşlar.Bir ahmaktan kaçtığını söylemiş.

İnandığınız şey yanlış olabilir, inanmadığımız şey doğru olabilir. Bir şeylerden emin olmamalıyız.Şüphe duymalı ve araştırmalıyız. İnsanın salt görevidir bu.

İnandıklarımızın mutlak gerçek olduğu konusundaki aptalca kibri bırakmalıyız. Zihnimizi zincirlememeli, bütün olasılıklara açmalıyız.

Çoğunluğun inandığı şey akla karşı ve bilim tarafından desteklenmiyorsa,çoğunluğun arasında olmamak büyük bir şereftir.

Yaşadığımız toplumun inancı genellikle kendi inancımız olmaya başladığı vakit,bizi akıl değil boş masallar şekillendirmeye başlamıştır.

Allah,aklı önemsediği için en müstesna yerimiz olan başımızda taşıyoruz.Hakkını vermek zorundayız bu ayrıcalığın. Bir işe yaramayacaksa orada taşımanın anlamı yok. Arkamızda taşımaya kalkmak,insan olmanın ayrıcalığını aşağılamaktır.

“Akıllar hâkim, Hâkimler akıllı olmalı.” Eflatun

“Başkalarının bilgisiyle bilgin olsak bile ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.”

Montaigne (Fransız Filozof,Yazar 1533-1592)
 

salihyazar@gmail.com