salihyazar @ ybhaber.com

” İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar.” John Emerich Edward Dalberg Acton

 “Kitap yüklü merkepler değil, kitabın içindekini sindiren insanlara ihtiyacımız var.”(Peyami Safa) buyurmuş “büyük efendi”(Murat Belge’nin tabiri)..

Artık lamı cimi yok diyor  koca reis.

Siz ne derseniz deyiniz, iki kişiden biri bana teveccüh gösterdi. Çoğulculuk, sivil toplum örgütleri, devletin gelenekleri, teamüller bunların hepsi ıvır zıvır. Ve benim için hiçbir şey ifade etmiyor demektedir.

“Ben kelle sayısına bakarım ki yarısından bir fazlası bende. O halde her şeyi yapmaya hakkım var. Güç bende ve dilediğim gibi kullanırım. Kimseye hesap vermek gibi bir zorunluluğum yok .“ diyor büyük efendi.

Tam da burasıdır muktedirin kaybetmeye başladığı yer.

Zarara rağmen ısrar ve inat zararın maliyetini büyütür. Daha çok hata yapmaya zorlar. İşin içinden çıkılmaz hale gelir.

Sonra…

Sonrası, bir delinin kuyuya attığı taşı yedi akıllı varsın çıkarmaya çalışsın..

Darbe ürünü siyasal partiler yasasının yüzde onlu barajını bir gün savunacak deselerdi, “haydi oradan o kadar da değil” derdim.

Seçim barajıyla ilgili bireysel başvuruları görüşme kararı alan AYM'nin  darbe ürünü olduğunu söyleyerek,  şark demokrasilerinde iktidarların ve siyasilerin nereye savrulabileceğini göstermesi  hazin bir tablo.

Güç zehirlenmesi uzun vadede hubris hastalığına yol açar. Gözü dönmüş hubris sınır tanımaz. Kontrolsüz güç hem ülkeyi hem faili ön görülemez mecralara  sürüklediğini tarihte yaşanmış örneklerden biliriz.

“Kendimiz dindar, muhafazakâr, sosyalist ve herhangi bir açıdan dünyaya ;dolayısıyla insana ve gelişmelere bakabiliriz.

Devamımız olan çocuklarımızın ve torunlarımızın aynı yerde dünyaya bakabileceklerine dair  garanti ve deneyim var mıdır beşeriyetin elinde?

Her şeyi bugünün dünyasında kendimize göre biçimlendirirken, bizden sonra gelecek ve bizden mutlak farklı yerlere tekabül edecek çocuklarımızın hayatlarını karattığımızın farkında mıyız acaba.

Seküler dünyada şekilci ve kuralcı histerik yaşam anlayışının çocuklarımıza hayatı zehir ettiğini ve bundan dolayı  oyunun dışında kaldığımızı fazlasıyla geçmişte tecrübe ettik. Bugün yaşadığımız açmazların tamamı bununla ilgilidir.

Baskı ve dayatmaların insanlar üzerinde her zaman aynı kutuplu mıknatıslar gibi ittiğini ve insanlara itici geldiğini bilmeyen var mıdır?

Dramatik bir şekilde yapılan dayatmaların faturasını sineye çekmek, celladına sevdalanmaktır.(Stokholm Sendromu)”

Napolyon, Hitler ve yakın zamanda Kaddafi ile Saddam’ın evrensellikten yoksun sorumsuz aşırı öz güvenleri (Hubris) kendilerine ve ülkelerine pahalıya mal oldu.

Irak ve Libya hala iç savaştan kurtulamadı.

Demokratik kültürden yoksun idarecilerinin halk egemenliğinden anladıkları neye mal olursa olsun kendi iktidarlarının devamıdır. Vaktaki, bir dönem vaatlerinden birisi adil olmayan seçim barajını kaldırmak da olsa..

Kendilerine, iktidarlarına dokunulmadığı sürece herkesin ve her şeyin onlar için ifade ettiği anlam “laf ola beri gele.”” anlayışı oldu.Kimseyi takmıyor..

İki lafından birisi “Kusura bakmasınlar..” sözüyle zeytinyağı gibi üste çıkarak yüreğimize korku salmaya çalışmaktadır.Buna aba altında sopa göstermek denir.

Hangi kusuruna bakacağız, bir değil, iki değil.

Cesaretimiz yok,korku yüreklerimizi esir aldı.

Kendinden başka herkese, her şeye kusurlu diye bakan birisi “kusursuzluk” derdine giriftar olmuştur. Devası kibrin kafasını ezmektir..

“Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir; çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir!” Afrika Atasözü

salihyazar@gmail.com