salihyazar @ ybhaber.com

Çoğulculuk anlayışına dayanmayan demokrasi anlayışında iktidar olanlar başlarda yerini sağlama alıncaya kadar ılımlı ve uyumlu gözükmeyi tercih eder. Ayakları yere sağlam bastıktan sonra esas amaçlarını belli ederek kendi stratejilerini bir bir yürürlüğe koymaya başlar. Sistemini oluşturmaya çalışan iktidarın önündeki en büyük engel kuşkusuz muhalefettir.

Muhalefet siyaset yapan örgütlü partilerin yanı sıra, sivil toplum örgütleri ve örgütsüz; kendiliğinden gelişen sivil ve gayri resmi faaliyetlerdir.

İktidar muhalefet ilişkilerini, gücüne güç katan artmış oy oranları mutlak belirleyicidir. Kotarılan yeni alan ve güç muhalefeti sindirmeyi iktidarın aklına sokar. Her çeşit yol ve yöntem devreye sokulur. En sevilen ve çok tercih edilen yöntemin başında muhalefeti ve karşı koymaya çalışanları aşağılayarak yaftalamaktır. Yaftalar ihtiyaca göre değişmekle beraber genellikle şu şekilde sıralanır; Vatan haini, bölücü, yalancı, hırsız, ırkçı, nankör, bidon kafa ve 7 Haziran seçimlerinden büyük yenilgi alan jakoben dinciler tarafından kullanıma sokulan tanım ırgat…gibi.

İktidar ve muhalefetin en ateşli ilişkileri uzun dönem ve arka arkaya iktidar olanların dönemlerinde yaşanmıştır. Ülkemizde çok partili sisteme geçildikten sonra bu dönemi üçe ayırabiliriz: Menderes, Özal ve Erdoğan dönemi.

Ülkemizde ve dünyada tarihe kaydedilmiş sayısız iktidar muhalefet ilişki örnekleri var. Kötü örnekler ağırlıkta olsa da iyi örnekleri de vardır.

Bizde iktidar muhalefet ilişkisini sizi sıkmadan çeşitli kaynaklardan derlediğim bilgiler ışığında aktarmaya çalışacağım.

DEMOKRASİNİN ACEMİLİK YILLARI/İLKLERİ:

İlk Osmanlı anayasası olan, Mithat Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından hazırlanan Kanun-i Esasi,1875 tarihli Fransız anayasası ile 1831 tarihli Belçika anayasalarından esinlenerek oluşturulmuştur.

Olumsuz yönlerin yanı sıra, 1876 anayasasının ilanı ve meclisin açılması, daha sonraki dönemler için bir hazırlık ve deneyim dönemi olmuş, siyasal bilinçlenmeyi arttırmıştır.

 1876 anayasası ile şeklen de olsa  bir parlamento oluşturulmuştur. Ancak bu anayasa hükümdarın yetkilerini sınırlandırma ve iktidarın paylaşılması konusunda son derece yetersizdir. Çünkü yasamada son söz  meclise değil, padişaha aittir.

1909 tarihli Kanuni Esasi, 1876 anayasası üzerinde, 1909 yılında yapılan değişikliklerle oluşturulan anayasadır. Bu değişiklerle padişahın yetkileri sınırlandırılmış, yasamada son söz meclise bırakılmış ve bir anlamda parlamento hükümdara karşı güçlendirilmiştir. Burada muhalefet, padişaha karşı yetkilendirilmiş parlamento olmaktadır.

 TÜRKİYE CUMHURİYETİ TEK PARTİ DÖNEMİ:

23 Nisan 1920’de çalışmalara başlayan ilk BMM, kendisini oluşturan milletvekillerinin  katılma şekilleri itibarıyla farklı gruplardan meydana gelmiştir. Tesanüt (dayanışma) Grubu, İstiklâl Grubu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi, Halk Zümresi ve Islahat (reform) Grubudur.   Bu grupların ortaya çıkması ile mecliste çalışmalar yavaşlamış ve çeşitli çekişmeler yaşanmıştır.

 Mili Mücadele’nin kazanılmasından sonra sıra Türk Milleti’nin çehresini her alanda değiştirecek inkılâpların yapılmasına gelince, inkılapların şekli ve zamanı konularında  M. Kemal ve bazı arkadaşları arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bu görüş ayrılıkları zamanla iyice belirginleşmiş ve çok geçmeden bu kişiler mensubu oldukları Cumhuriyet Halk Fırkasının icraatlarına karşı çıkmaya başlamışlardır. Muhalifler Cumhuriyet Halk Fırkasının çatısı altında kalmayı uygun görmeyerek, istifayı düşünmüşlerdir. Aralarında M. Kemal’in silah arkadaşlarının da bulunduğu (Bunlardan bazıları Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar’dır) on bir  kişilik bir grup bu çerçevede Cumhuriyet Halk Fırkasından istifa ederek ayrılmışlardır. Bu grup 1924 anayasasının çok partili rejime geçilmesine fırsat vermesinden yararlanarak,17 Kasım 1924’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir siyasi parti kurmuştur. Millî Mücadele sırasında M. Kemal’in etrafındaki ilk halkayı teşkil eden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları, muhalefet kontrolü olmaksızın bütün kuvvetlerin mecliste toplanmasının otoriter bir idare doğuracağı endişesini taşıyorlardı. Bu sebeple parti mecliste etkili bir muhalefet yaparak, demokratik bir denge kurmak amacındaydı. Bu nedenle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, cumhuriyet tarihimizin ilk muhalefet  partisi olma özelliğini taşır.

 M. Kemal tarafından yeni bir parti kurmakla görevlendirilen Fethi Bey çalışmalarını tamamlayarak, 12 Ağustos 1930’da yeni muhalefet partisi Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurmuştur.

 Serbest C. Fırkasının bir muhalif parti olarak kurulmasından maksat, birikmiş hoşnutsuzlukların giderilmesini sağlamak ve hükümeti hem kusurlarını düzeltmeye, hem de ekonomik duruma yeni çareler aramaya sevk edecek bir kontrol sistemi yaratmaktır.

 Serbest C. Fırkasının bir anda cumhuriyet ve inkılâplara karşı olanların odaklandığı bir parti haline gelmesi üzerine, İçişleri Bakanlığı’na verdiği bir dilekçe ile fırkanın kendi kendisini feshetmesini sağlamıştır. Dolayısıyla Güdümlü Muhalefet Partisi olarak ortaya çıkan bu partinin kapanmasıyla, Türkiye’de yeniden 1945’e kadar devam edecek olan tek parti yönetimi kaçınılmaz olmuştur. (1)

MENDERES DÖNEMİ 1950-1960:

 Başbakan Menderes’in ilk hükümeti  TBMM’den 282 olumlu oyla güven almış, ancak bu oylamaya muhalefetle birlikte katılmayanların sayısı 192’yi bulmuştur ki, bunlardan 126’sı D.P. milletvekili idi.  Bu sonuç, Başbakan Menderes’i de kendi partisi içinde oldukça zor günlerin beklediğini göstermekteydi. Kısacası; iktidar ile muhalefet arasında yaşanan bu gerginlik, daha sonraki günlerde de sertleşerek devam edecekti.

Bu gerginliğin yaşandığı günlerde eski C.H.P.’nin son Başbakanı Prof. Dr. Şemsettin Günaltay, daha ilk günlerinde D.P. iktidarını “Diktatörlüğe gitmekle” suçlamış, bu iktidarla “ölünceye kadar çarpışacağını” söyleyerek, “aydın gençliği” hükümeti kınamaya davet etmişti. C.H.P. lideri İsmet İnönü de, “iktidarı şiddet yolunda” olmakla suçlamıştı.  Bu gerginlik giderek tırmanırken, genel seçimlerin yapıldığı gün, C.H.P.’nin kaybettiği yolundaki söylentileri üzerine, bazı generallerin Çankaya Köşkü’ne giderek Cumhurbaşkanı İnönü’ye, “Bir emirlerinin olup, olmadığı”nı sordukları yolunda basında haberler çıkmıştı

Hükümetin bürokratik kadroda da hızlı bir atama ve sürgün faaliyetine girişmesi, muhalefet çevrelerinde tepkiye neden olurken, memurlar arasında da tedirginliğin artmasına yol açmıştır. D.P.’nin muhalefet yıllarında bürokratlardan zarar gördüğünü iddia eden pek çok kişinin bu konuda hükümete şikâyette bulundukları, o günlerin gazetelerinden anlaşılmaktadır. Başbakan Menderes’in bu değişikliklerle ilgili olarak yapılan eleştirileri yanıtlarken, C.H.P. ile işbirliği eden Valiler başta olmak üzere, öteki bürokratlar hakkında gerekli cezaî işlemleri yapacaklarını açıklamasının hemen ardından , 11 Haziranda dokuz Valinin yerine yenileri atanmışlardır. Askeri ve bürokratik kadrolarda yapılan bu değişiklikleri haklı bulan Cumhuriyet Gazetesi Sahibi, Başyazarı ve D.P. listesinden Muğla bağımsız milletvekili seçilen Nadir Nadi Bey, kendi köşesinde şöyle değerlendiriyordu;

“Bir orkestrada bile Şef, tanımadığı ve güvenmediği sazları yenilemek imkânını daima elinde tutar. Millete karşı büyük bir sorumluluğu olan parti ise, böyle bir kaygıdan kendini nasıl âzade sayabilir?”

Başbakan Menderes’in, parti grubunda yaptığı konuşmasında,  C.H.P. lideri İnönü’nün “teminat isteriz” yolundaki sözlerine karşılık olarak;

“Bugüne kadar memleketin hürriyetini elinden alan onlardır ve hürriyeti getiren Demokrat Parti’dir…”şeklindeki suçlamaları, iktidar- muhalefet arasındaki gerginliğin giderek artacağının bir başka işareti olacaktı.

 3 Eylül 1950 tarihinde yapılan Belediye seçimleri öncesinde ise, İnönü’nün “ siyasi emniyetlerinin tehlikede olduğunu ve memleketin baştanbaşa huzursuzluk içinde yaşadığını “ açıklaması ve iktidarın TBMM’den izin almadan Kore’ye asker göndermesini eleştirmesiyle yine siyasi ortam gerginleşmeye başlamıştır. Bu eleştirilere yanıt veren Başbakan Menderes, “Millî Şef hakkında halkın peşin bir hükmü olduğunu” savunarak, İnönü’nün partisinin başarısızlığını olağan bir sonuç olduğunu söylemiştir. Belediye seçimlerinde işi sıkı tutan Demokratlar, bu seçimlerde Türkiye genelinde 600 belediyeden, 560’ını kazanarak, “ezici bir çoğunlukla”, yerel yönetimleri ele geçirmeyi başarınca, Başbakan Menderes, seçim sonuçlarından sonra basına verdiği demeçte;

“Türk Milleti, Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti; 3 Eylülde de muhalefetten tasfiye etti… “diyerek, sonuçlardan duyduğu mutluluğunu dile getirmişti.

Aynı yıl 15 Ekim 1950 tarihinde yapılması planlanan İl Genel Meclisi seçimlerinden bir gün önce, Malatya Belediye Başkanı’nın, İnönü’nün resmini duvardan indirmediği gerekçesiyle, İçişleri Bakanı tarafından görevinden alınması, iktidar ile muhalefet arasında zaten var olan gerginliğin daha da tırmandırılmasında etkili olacaktı

 İktidar ile C.H.P. arasında yaşanan önemli sorunlardan birisi de dil konusunda yaşanmıştır. D.P. daha önceki iktidar döneminde yaşanan dildeki özleştirme ve Anayasa dilinin Türkçeleştirilmesinden rahatsızlık duyduğunu ortaya koymuştu. TBMM’de 16 Kasım 1950 tarihinde dil konusu görüşülürken, bu rahatsızlığı dile getiren D.P. Afyon milletvekili Gazi Yiğitbaş, C.H.P.’yi suçlayan şu sözlerle suçlamıştı;

“Cumhuriyetçiliği istibdatçılık, Halkçılığı kölecilik, Milliyetçiliği Milliyetsizdik, devletçiliği inhisarcılık, laikliği dinsizlik olarak tatbik ve icra ettikleri gibi, dilimizi de ıslah değil, ifsat ettiler… Bu şekilde bir fenalığı düşman dahi yapmaz ve yapamazdı, bu adamlar birer dost birer mürşit gibi göründüler, fakat birer müfsit gibi hareket ettiler. Adeta insanın, bu adamların kanından ve Milliyetinden şüphe edeceği geliyor”.

Demokrat Parti iktidarının 1950 yılı yazında muhalefet ile arasının açan önemli gelişmelerden biri de, TBMM’den onay almaksızın hükümetin Kore’ye asker göndermesi olmuştur. Türkiye’nin, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’na girme umuduyla, TBMM’den onay almadan alelacele Kore’ye asker gönderme kararına, muhalefetten çok sert tepkiler gelmiştir. Oysa C.H.P. hükümeti de, Türkiye’nin NATO’ya katılmasını şiddetle desteklemiş, hatta bu amaçla son döneminde bir başvuru da yapmış, ancak kabul edilmemişti.

Demokrat Parti ile özellikle CHP arasındaki ilişkilerde 1952 yılında en çok tartışma konusu olan sorunlardan biri de Radyonun tarafsızlığı, Halkevlerinin kapatılması ve CHP’nin mallarına el konulmasını kabul eden  5830 sayılı yasanın kabul edilmesi olmuştur. Radyo konusunda CHP lideri İnönü, Trabzon’da yaptığı konuşmada, “Partizan bir hükümet demokrasinin zehridir !” diyerek, muhalefete karşı haksızlık yapıldığını öne sürmüş, Başbakan Menderes ise, bu iddialara Manisa’dan verdiği yanıtta, eski meclisle yeni meclisi kıyaslayarak, yeni meclisi, eski meclise göre adeta bir “Kâbe’ye benzetmişti . Bu yıl içinde giderek artan siyasi gerginlik, özellikle Ulus ile Zafer gazeteleri arasındaki sert yazılarla giderek tırmandırılacaktı. Zafer’in 6 Ekim 1952 tarihli “Millî Münafık Neler Söyledi?” başlıklı yazısında, İnönü’yü İzmir’de yaptığı konuşması nedeniyle, “halkı ihtilâle teşvik ettiğini” iddia etmesi, İnönü’nün 7 Ekim’de Manisa’daki konuşmasına bir grup D.P.’linin müdahale ederek CHP binasının taşlaması ve bu olay sırasında polisin yavaş davrandığı yolundaki iddialar taraflar arasındaki gerilimi artırmıştır.  Ayrıca İnönü’nün, yine Ege gezisinde, Balıkesir’e girmemesi konusunda Vali tarafından uyarılması ve ana muhalefet liderinin bu kenti ziyaretinin engellenmesi; Bursa’ya gitmek zorunda kalan İnönü’nün  Bursa’da, konuşacağı kürsünün DP’lilerce “gasp edilmesi” ve sonrasında çıkan olaylar, muhalefet ile iktidar arasındaki ilişkileri gergin bir boyuta taşımıştır. İnönü’nün, bu gerginliği daha da tırmandırmamak için, yurt gezisini yarıda kesmek zorunda kalması, iktidar- muhalefet ilişkilerinde bir defa daha önemli rahatsızlıklar yaratmıştır.

Demokrat Parti iktidarı ile Cumhuriyet Halk Partisi’ni 1953 yılında karşı karşıya getiren, hatta 1950-54 dönemine damgasını vuran en önemli gelişme ise, C.H.P.’nin mallarına el konulmasını öngören 6195 sayılı yasanın iktidar tarafından TBMM’de gündemine getirilmesidir. Bu yasanın 1954 seçimlerinden önce çıkarılması ise bir rastlantı sonucu değildi. Bu konudaki yasa tasarısı, ilk olarak 9 Haziran 1953 tarihinde D.P. meclis gurubunda görüşülmeye başlanmış, önergenin, D.P. meclis grubunda görüşülmesi sırasında söz alan Başbakan Menderes, ana muhalefet lideri İnönü’yü, “memlekette bir kıyam “ hazırlamakla suçlayarak, Halk Partisi’nin elindeki malların “ böyle bir kıyamın silah ve cephanesi olarak kullanılacak kuvvetleri” olarak gördüğünü açıklamıştı.

 İktidar ile muhalefet arasında büyük bir gerginliğe neden olan 1954 genel seçimleri, 2 Mayıs 1954 Pazar günü yapılmıştır. Bu seçimlere katılım oranı,  % 88.63 gibi çok yüksek bir orana ulaşmıştı.

Başbakan Menderes, 24 Mayıs 1954 tarihinde hükümet programını TBMM’ne sunarken yaptığı konuşmada, muhalefetin demokratik olmayan mücadele yöntemlerinden şikâyet etmiş ve eski dönemin “şuursuz, yıpratıcı ve haysiyetsiz kavgalarıyla, yalan ve iftiraya dayanan sözde siyasi mücadele usulleriyle devamına müsaade etmeyeceğiz…”  diyerek, kendilerine muhalefet tarafından yöneltilen bütün suçlamaları reddetmiştir.

 Demokrat Parti, hükümetin göreve başlamasından bir süre sonra, seçim yasasında bazı değişiklikler öngören bir yasa tasarısını meclis gündemine getirmiştir. Muhalefetin birleşme yollarını tıkayan ve bu tür girişimleri etkisiz kılmaya yönelik bu yasa değişikliğini, 20 Haziran 1954 tarihinde bir bildiri yayınlayarak eleştiren CHP, seçim yasasının “siyasi mücadelede muhalefet aleyhine eşitliği bozacak “ koşullar taşıdığını iddia etmiştir.

Kaynaklar:

  1. http://www.baskent.edu.tr
  2. http://www.mustafaalbayrak06.com
  3. http://www.angelfire.com
  4. http://www.aljazeera.com.tr