Altı yıl…
Bir göz kırpımı kadar kısa, ama bir ömür kadar ağır.
Acılar bazen asırlara sığmaz, bazen de tek bir anın içine sığar; ruhu yorar, kalbi tüketir.
Biz, çağların birbirine karıştığı bir dönemde doğduk.
Kimi geçmişin kokusunda kaldı, kimi yeninin hızına kapıldı, kimi de ikisinin arasında kayboldu gitti.
Köyüm…
Büyüdüğüm, değer verdiğim, toprağına bastığımda huzur bulduğum yer…
İnsanlarıyla, sohbetleriyle, dostluklarıyla bana büyük bir manevi miras bıraktı. Ama ne yazık ki, zamanın ve maddiyatın ağır elleri, o eski sıcaklığı yerinden söktü.
Kimileri değişime uymak zorunda kaldı; kimileri ise direnirken sessizce yitip gitti.
Daye'mın Hafkı Şavki’si, Ayki Rov’u, Ayki Fom’u, Ayki Fot’u… Ve daha niceleri…
O kıymetli annelerimiz artık yok aramızda. Böyle bir zamanı görmek, her kula nasip olmaz.
Altı yıl geçti, köyüm tanınmaz oldu.
Her cümlenin başında “para”, her hareketin altında “çıkar” gizli.
Sevmek büyük bir suç gibi görülüyor artık. Maddiyatın olmadığı yerde sevgi, bir enayilik sayılıyor.
Bu bir sitem değil; sadece zamanın bize öğrettiği bir hakikat:
Kimin hayatımızda kalacağına, kimin çıkıp gideceğine dikkatle karar vermek… Ve kimileri vardır ki, asla çıkarmamak gerekir.
Herkes kendi yarasını taşır. Herkes kendi hikâyesinin tanığıdır.
Ve bir gün anlarsın: Sen hiç anlaşılmaz değildin… Sadece anlaşılmak istenmemiştin.
Neden mi? Çünkü çıkar öyle gerektiriyordu.
O yüzden sevmek, sınırsız değil; sınırlarında olmalı. Bu, hayatın yazısız kanunu…
Hepimiz, hayatın ve sevdiklerimizin elinden darbe yedik. Yaralarımızı sardık, travmalarımızla yaşadık, hâlâ da yaşıyoruz.
Bazen kendimize sorduk: “Böyle mi olmalıydı?”
Sevgimizi sunduğumuz eller, ihanetin taşını attı bize.
İyi niyetlerimiz darağaçlarında asıldı; suçumuz sadece saf kalpli olmaktı.
Babamın bir sözü vardı, hiç unutmam:
“Hakkım helal olsun, hile yoksa.”
Ama o hile…
Bazılarının boynunda ahirette ateşten bir zincir olacak.
ÖzKan ÖcAL

