Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in ve BDP’li milletvekillerinin de sanıkları arasında yeraldığı KCK Diyarbakır ana davası ilk duruşması ise 18 Ekim 2010 tarihinde yapıldı. 108’i tutuklu 151 sanık ile başlayan bu dava bugün 175 sanık ile sürüyor. Diyarbakır’daki ilk duruşmayı duruşma salonundan izlemiştim. Kapatılan DEP’in genel başkanlığını da yapmış olan Eski Milletvekili Hatip Dicle tüm tutuklular adına yaptığı konuşmada ana dilde savunma talebini dillendirmişti.

Kürt siyasetçilerin ana dilde savunma talebi bu dava ile başlamadı ama denilebilir ki kurumsal bir kimliğe bu dava ile dönüştü. Bu ana davadan sonra KCK İstanbul ana davası, KCK avukatlar davası, KCK basın davası ve başka illerde görülen tüm KCK davalarında ana dilde savunma talebi savunuldu.

Dün üçüncü duruşmasını da izlediğim ‘KCK basın davası’ geçtiğimiz yıl başladı ancak bu dava kapsamındaki gözaltılar 20 Aralık 2011’de gerçekleşti.

Sonunda ana dilde savunma hakkı tartışmalı yönleriyle birlikte yasalaştı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen KCK Diyarbakır ana davasının beş gün önceki duruşmasında tercüman atandı ve Kürtçe savunma başladı.

Kürt savunma hakkının kazanılmasında birçok kesimin katkısından söz edilebilir. Ama bu hakkın kazanılmasında en önemli payın, binlerce tutuklusu ile bu talebi duruşma salonlarında güçlü bir biçimde görünür kılan KCK davaları tutuklularının olduğunu söylemek abartı olmaz. Bu talebin yasalaşması için KCK Diyarbakır ana davasının sanıkları ömürlerinden üç yıldan fazla bir süreyi verdiler. Bu davanın gazeteci sanıkları da ömürlerinden bir yıldan fazla bir süreyi bu hakkın kazanılmasına verdiler.

Dün sabah Silivri yerleşkesindeki duruşma salonuna aklımdaki bu kısa tarihle giriyorum. Bu davaların en anlamlı anlarından biri tutuklularla duruşmayı izlemeye gelenlerin birbirlerini görmeleri oluyor. Hüseyin Deniz, Turabi Kışin, Çağdaş Kaplan ve diğer meslektaşlarımızdan tanıdıklarımızla selamlaşıyoruz.

Mahkeme Başkanı Ali Alçık saat 09.33’te duruşmayı başlatıyor.

Yoklama sırasında meslektaşlarımızın ‘burada’ olduklarını Kürtçe ifade ederek isimlerini söylemeleri karşısında Mahkeme Başkanı Alçık ‘Sadece isminizi söyleyin’ diyor. Az sonra Avukat Sinan Zincir’in “Ülkede bir barış havası estiğini” belirterek, diğer KCK davalarında tercüman atanması uygulamasına geçildiğini hatırlatıp, bu davada da ana dilde savunma için tercüman atanmasını talep etmesi karşısında Mahkeme Başkanının, yasanın iddianame aşaması için değil, savunma aşaması için tercüman atamayı içerdiğini belirterek “Daha sonra değerlendiririz” demesi de, bu barış havasının Mahkeme Başkanını pek etkilemediğinin (!) göstergesi sayılabilir.

Duruşmada az sonra iddianamenin, kaldığı 406. sayfadan itibaren okunmasına geçiliyor. “Sözde özgürlük mücadelesi”, “Sözde özgürlük hareketi”, “Kürt sorununun sözde çözümü”… “Sözde” sözcüğünün bu kadar yoğun olarak geçtiği başka bir iddianame herhalde söz konusu değildir.

İddianamenin kalan bölümü hızlı bir okuma ile cumaya kadar bitirilmeye çalışılacak. Bu arada, davayı izleyen gazeteciler açısından durumun önceki duruşmadan biraz daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Biraz daha diyoruz, çünkü basın meslek örgütleri yöneticileri dışında gazeteci katılımı yine parmakla sayılacak kadar azdı.

Dünkü duruşmaya girerken merak edilen temel nokta, Mahkeme heyetinin ana dilde savunma konusundaki tavrının ne olacağıydı. Anlaşılan o ki, ana dil hakkı bu davaya birkaç gün gecikmeli yansıyacak.

Dünkü duruşmanın habercilik açısından “bomba” gelişmesi ise, mahkemeye delil kapsamında gönderilen DİHA Muhabiri Çağdaş Kaplan’ı Kandil tabelası önünde zafer işareti yaparken gösteren fotoğraftı. Avukatlar bu belgeyi dosyadan alıp baktıklarında anlaşıldı ki, bu kişi Çağdaş Kaplan değildi. Tabela da Konya Cihanbeyli kasabasına bağlı Kandil köyünün tabelası idi. Dolayısıyla bu da “sözde” sözcüğünden geçilmeyen iddianamenin sözde delillerinden biriydi.