Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, İsrail'in Türkiye'den özür dilemesiyle ilgili, ''Türkiye, inatla, ısrarla ama ihlas ve samimiyetle sürdürdüğü dış politikasında muhteşem bir başarı kazandı. Bunu hepimizin alkışlaması lazım'' dedi. Arınç, TRT Haber'de canlı yayımlanan ''Neler Oluyor'' programında, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu, soruları yanıtladı.

İsrail'in Türkiye'den özür dilemesi hatırlatılarak, ''Heyetin ne zaman geleceği belli oldu mu'' yönündeki soru üzerine Arınç, ''Ayın 11'inde burada olacaklar. Oradan haber geldi, biz de hazırlıklarımızı yaptık. Şüphesiz daha birinci görüşme olacak, belki temel konuları tespit edeceğiz. Yarın akşam da olayın mağdurlarıyla, ölenlerimizin, şehitlerimizin yakınları ve yaralılarımızın bir kısmı ile Sayın Ahmet Davutoğlu'nun konutunda bir araya geleceğiz'' ifadesini kullandı.

Arınç, kendisinin yanı sıra Adalet ve Dışişleri Bakanları ile müsteşarlarının da bu toplantıda yer alacağını bildirdi.

Olayın geçmişiyle ilgili bilgi veren Başbakan Yardımcısı Arınç, 2010 Mayıs sonunda İsrail'in Gazze'ye uyguladığı abluka nedeniyle, 30'a yakın ülkeden bir grup aktivistin yanlarındaki insani yardım malzemeleriyle Gazze'ye doğru yola çıktıklarını anımsattı.

Geminin henüz Gazze söz konusu değilken açık sularda İsrail'in askerlerinin gemiye inerek müdahalede bulunduklarını hatırlatan Arınç, ''O müdahale sırasında da 9 yurttaşımız hayatını kaybetti ki en gençlerinden birisi Furkan'dı. ABD vatandaşıydı, bunun yanında bir o kadar yaralı oldu. Yani ölenlerimiz, yaralılarımız ve maddi kayıplarla bir Mavi Marmara baskınını gördük. Bunu yapanlar komandolardı, İsrail askerleriydi, talimat üzerine bunu yapmışlardı'' diye konuştu.

Arınç, bu olayın ardından hem İsrail'de soruşturma komisyonları kurulduğunu hem de Türkiye'de davalar açıldığını dile getirerek, olay sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yurtdışında bulunduğundan kendisinin Başbakan Vekili olduğunu,  Başbakanlık'ta acil bir toplantı yaptıklarını kaydetti.

Bu toplantıda olayı detaylı bir şekilde tahlil ettiklerini anlatan Arınç, şöyle konuştu:

''Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımızla da temasımız oldu. Başbakanımız Türkiye'ye dönmek için Güney Amerika'dan ayrıldı, Dışişleri Bakanımız da BM Güvenlik Konseyi'ni acilen toplantıya davet etti ve kendisi New York'a gitti. Giderken de kendisine geçmiş olsun dileklerinde bulunanlara veya bizzat kendisi, Bayan Clinton'a ve diğer ilgililere, BM Genel Sekreteri'ne bunun bir tecavüz olduğunu, haksız fiil olduğunu, uluslararası sularda yapılmaması gereken bir davranış olduğunu, gemideki yolcuların da malzemenin de sadece insanlara insani amaçla hizmet götürmek olduğunu ifade etti. Hepsi özür dilediler belki veya geçmiş olsun dileklerinde bulundular ama Dışişleri Bakanımız o zaman için onlara 7 talepte bulundu. Bunların 3'ü yerine geldi. Güvenlik Konseyi toplandı, kınama kararı çıktı, oradaki yaralılarımız ile şehitlerimizin cenazeleri bir an önce Türkiye'ye getirildi. Türkiye bir hava köprüsü kurmak suretiyle oradaki vatandaşları veyahut da diğer ülkelerden gelen aktivistleri tahliye etti. Daha sonra da geminin kendisi geldi.''

Başbakan Yardımcısı Arınç, gemide 300 civarında aktivist bulunduğunu belirterek, bunların aralarında Yahudiler hatta Katolik papazların da olduğunu söyledi.

Olayın arkasından Türkiye'nin 3 konuda ısrarcı olduğunu bildiren Arınç, ''Bir, 'bu yaptığınız korsanlıktır, suçtur ve haksız fiildir'. Zaten hukuk tabiriyle bir haksız fiilin oluşması, kasıtla hareket edilmesi sonucunda olur. Haksız fiilden dolayı zarar ziyan doğar. Haksız fiilden dolayı tazminat talep etme hakkı olur. Ama karşı taraf bunun aksini iddia edebilir...'' ifadesini kullandı.

''İsrail'in dilediği özür, bu haksız fiilin karşı taraf tarafından kabul edildiği ve itiraf edildiği anlamına mı geliyor'' sorusu üzerine Arınç, ''Şüphesiz'' yanıtını verdi.

Arınç, özür dilenmesinin çok açık bir ifadeyle olması gerektiğinin altını çizerek, şöyle devam etti:

''(Ben size karşı bir haksızlık yapmış olabilirim, kusura bakma kendime hakim olamadım. O an için böyle bir tasarrufta bulundum. Gel senin gönlünü alayım. Çok üzüldüm, senden daha çok üzüldüm. Affedin beni...). Bu laflar söylenebilir ama Türkiye bunların hiçbirisini kabul etmedi. Diplomasi alanında da hukuk alanında, hüküm alanında hüküm ifade edecek özür kelimesinin resmen bu tutanaklarda yer olmasını ve özür beyanının bu kelimeyle yapılmasını istedi. Bu yapıldığına göre ikincisi de tazminatların ödenmesiydi. Esasen Türkiye belli bir hazırlığın içindeydi bugüne kadar. 'Bu özür nasıl olsa istenecek. Tazminat talebimiz kabul edilecek. Biz bir taraftan çalışmamızı yapalım' diyorduk. Şüphesiz doneler elimizde mevcut, bunları bir hukuk çerçevesi içine koyup. Tazminat talebimizi karşı tarafa sunacağız.''

-''Türkiye bunun da takipçisi olacaktır''-

Mavi Marmara'daki aktivistlerin bir diğer amacının da Gazze ve Filistin'deki haksız ablukanın kaldırılması olduğunun altını çizen Arınç, şunları söyledi:

''O konuda da yine taahhütte bulundular. Bu konuda insani çalışmalar yapmak üzere, 'Türkiye ile İsrail adeta müşterek çalışacaklardır. Bu konuda gelişmeler sağlanacaktır' gibi bizi tatmin eden bazı ifadeler kullanıldı. Şimdi özür olduğuna göre, tazminat da bir şekilde çözüleceğine göre, şüphesiz tazminat konusunda bizim iç hukukumuz kadar, uluslararası hukukun da gerekli olduğunu söylemeliyim. Bir üçüncüsü de bu siyasi anlamda, dış politika anlamında Türkiye'nin bu konuya müdahil olmasıdır. İsrail'den istediği talep, bu ablukanın bu ambargonun artık insanlara zarar veren, ülkenin mal ve canına zarar veren noktadan kaldırılması ve gevşetilmesidir. Bazı adımlar şu bir hafta içinde atıldı. Ama Türkiye bunun da takipçisi olacaktır, bazı konuları sürekli, İsrail'le müzakere etmek suretiyle bunun gerçekleşip, gerçekleşmediğini de bizzat görmek isteyecektir.''

Arınç, bir soru üzerine ''tazminat'' denildiği zaman, maddi ve manevi tazminatın anlaşılacağını, bunun şartlarının da belli olduğunu kaydetti.

Bu tazminatlardan ölenin varsa eşi, çocukları, anne ve babasının yararlanabileceğini ifade eden Arınç, yaralılardan ise alınacak tıbbi raporlar doğrultusunda ayrı tazminatlar olduğunu söyledi.

Arınç, bu raporların adli tıp kurumlarının ihtisas daireleri tarafından verileceğini kaydetti.

Ailelerin verilen tazminatı kabul etmeyerek, uluslararası hukuka götürmek istemeleri durumunda nasıl bir sürecin olacağının sorulması üzerine ise Arınç, olayın şu anda da uluslararası hukuka tabi olduğunu bildirdi.

Arınç, şöyle konuştu:

''Açıkça söylemek gerekirse, eğer İsrail devletinin bir şekilde ödeyeceği tazminat Türkiye Hükümeti'ne veya bu amaçla kurulacak bir fona ödenip, buradan bu kişilere verilecekse mevcut davaların en azından hukuk davalarının feragatle veya ibrayla sonuçlanması lazım. İki şey olmaz, yani ya devlete verilen tazminat bunlara takdim edilecektir veya bu kabul edilmediği takdirde açılan davaların sonucu beklenecektir. Ama ben bu kişilerin fevkalade vatansever, devletlerine bağlı, olaydan büyük üzüntü duyduklarını ve esas amaçlarının bir, özür dilenmesi, ikincisinin de ablukanın veya ambargonun kaldırılması olduğunu çok iyi biliyorum. Tazminat konusu onlar için çok arka planda düşünülebilecek bir konu. Ama haklarıdır, bunu almaları gerekir. Bunu da kendilerine açıkça söyleyeceğiz. 'Hem tazminat alalım hem de buradaki davalar devam etsin' diye kesinlikle düşünülemez. Yani diyelim ki 10 tane vatandaşımızın davası var, 8'i 'hükümetimiz ne isterse biz onu kabul ediyoruz'. İkisi ise 'hayır' dedi. Bu takdirde bir anlaşma söz konusu olmayabilir.''

''İş tekrar bir sıkışma noktasına gidebilir mi'' sorusu üzerine Arınç, ''Şüphesiz, kendileriyle de bunu görüşeceğiz. Çünkü bu basit bir mesele değil. İsrail tarihinde ilk defa özür diliyor ve Türkiye Hükümeti'ne bir şekilde bu tazminatları ödemek istiyor. Devletten devlete, hükümetten hükümete bir tazminat ödemesi söz konusu olduğunda 'bırakalım, bu davalar da devam etsin' denemez. Bu iş kaç sene sürer bilemem, karşı taraftan tahsili ne kadar sürer bilemem, edilir mi edilmez mi onu da bilemem ama bir tek şey bilirim, biz hükümet olarak karşı taraftan bu tazminatı aldığımızda arkadaşlarımız en az yüz misli bir menfaat kazanmış olacaklar'' yanıtını verdi.

Arınç, şu an için Türkiye tarafından talep edilen bir rakam olmadığını, kendilerinin sadece çerçeveyi çizdiğini söyledi.

Mavi Marmara olayının uluslararası literatürde artık belli bir noktada olduğunu belirten Arınç, ''Mesela işi ceza boyutuna baktığınız zaman, uluslararası ceza mahkemesine veya suçlular mahkemesine götürülmek üzere olduğunu da biliyoruz. Bu bazı ülkeler tarafından kabul edildi. Çünkü geminin yolcuları bakımından, verdikleri dava dilekçeleriyle bazı avukatlar işin boyutunu da bir noktaya kadar taşıdılar. Henüz açılmış bir soruşturma, dava yok. Ama işin o boyutuna da İsrail'in herhalde çok fazla önem vereceğini düşünüyorum'' diye konuştu.

-''Yani onlar hemen bu işi bitirmek yanlısı''-

İsrail'in bu konuda karşılarına mutlaka derli toplu bir çalışma ile geleceğinin altını çizen Arınç, ''Kafadan atacağımız bir rakamın hemen kabul edileceğini düşünmeyelim'' değerlendirmesinde bulundu.

Arınç, bu sürecin ne zaman biteceğinin sorulması üzerine, ''Onlar da bunu en kısa sürede ödemek istiyorlar, biz de en kısa sürede sonuçlandırmak istiyoruz. Üç senedir ortada olan bir mesele mademki özür dilenmiştir, işin tazminat boyutunu da bir an önce halletmek istiyorlar. Bence takdir edilecek davranış. Yani onlar hemen bu işi bitirmek yanlısı'' ifadesini kullandı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, sürecin takibinin kendileri açısından son derece önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

''Çünkü bu meselede bir haksızlığa uğradık, bu haksızlığa karşı taleplerimizde ısrarcı olduk. Mesela bunun dışında başka şekillerde Türkiye'yi tatmin etmek istediler, Sayın Başbakanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız hiçbirisini kabul etmedi. 'Özür olmasın da başka şeyler olsun' gibi... Çok hatırlı ülkeler, çok hatırlı kurumlar ve kişileri devreye soktular. Ama Türkiye sabit oldu. 'Biz haksızlığa uğradık bu üç noktadan bir adım geriye gitmeyiz' dedik. Türkiye, inatla, ısrarla ama ihlas ve samimiyetle sürdürdüğü dış politikasında muhteşem bir başarı kazandı. Bunu hepimizin alkışlaması lazım.''
 

İsrail'in özrü sonrasında Türkiye'nin, abluka ve ambargonun kaldırılmasına yönelik sözün yerine getirilmemesi durumunda yaptırım uygulamasının kolay olup olmadığı yönündeki soruya karşılık Arınç, bu konularda uygulanacak bir yaptırım olmayabileceğini söyledi. Arınç, ''Verilmiş bir söz var, bizim de ısrarımız var. Bu sadece bizim kontrolümüzle olacak bir şey de değil. Bu verilen sözlerin garantörü aynı zamanda ABD Başkanı Obama'' diye konuştu.

Barack Obama'nın bu olaydaki katkısı ve nüfuzunun bilinmesi gerektiğine işaret eden Arınç, İsrail'in böyle bir meselede verdiği sözün önemli olduğunu vurguladı.

-Başbakan Erdoğan'ın Filistin-Gazze ziyareti-

Arınç, Başbakan Erdoğan'ın bölgeye ziyaretiyle ilgili, ziyaretin kesin olmamakla birlikte nisan ayında gerçekleşebileceğini bildirdi. Arınç, ''Sayın Başbakanımızın da Türkiye içi ve dışı pek çok gündem maddeleriyle yoğun olduğunu biliyoruz ama istek ve arzusu budur. İnşallah nisan ayı içinde bir Gazze veya Filistin ziyareti yaparak, bizzat bazı şeyleri yerinde görmek istiyor'' ifadesini kullandı.

''Diplomatik ilişkilerin üst seviyeye çekilmesi için sözlerin yerine getirilip getirilmediğinin takibi olacak mı'' sorusu üzerine Arınç, ''Bu sözlere bağlı kalınacağını ümit ediyoruz. Bu sözler havaya söylenmedi. Türkiye ciddi bir ülkedir, ciddi bir devlettir, İsrail de kendisini mutlaka öyle görüyordur'' diye konuştu.

Arınç, Başbakan Erdoğan'ın Filistin veya Gazze ziyaretine kendisinin ya da bakanların katılıp katılmayacağı yönündeki soruya, ''Arzu ederlerse refakate alırlarsa gideriz şüphesiz'' yanıtını verdi.

Arınç, şunları söyledi:

''Belki gayriresmi bir ziyaret de olabilir. Çok samimi olarak bunu ilk günden itibaren 'ben buraya gitmeliyim, gitmek istiyorum' dedi. Bunu açıkça da bazı konuşmalarında da deklare etti zannediyorum. Ama nisan mı olur kuvvetle muhtemel, mayıs mı olur, haziran mı olur onu da biraz açık bırakmamız lazım. Biraz gelişmelere bağlı, gündemimize bağlı. Başka konuların önüne geçecek şeyler de çıkarsa şüphesiz gecikebilir bu ziyaret.''

-Özrün Suriye ili ilgisi-

İsrail'in özrünün Suriye ile ilgili olup olmadığı yönündeki soruyu Arınç, ''İsrail açısından olabilir ama Dışişleri Bakanımız da gensoru dolayısıyla ifade etmişti. Yani bizim İsrail ile vardığımız bu nokta ne İran'ı ne Suriye'yi ne Irak'ı doğrudan ilgilendirmiyor. Yani biz oraya bakarak bu noktaya gelmiş değiliz ama İsrail oralara bakarak bu noktalara gelmiş olabilir. Onu bilemem'' diye yanıtladı.

Arınç, olayın yaşandığı zaman İsrail'de koalisyon bulunsa da hükümetin bugün aynı olduğunu ifade ederek, ''Geldikleri nokta özür dileme noktası. Demek ki artık İsrail için bu bir ihtiyaç ve gereklilik haline gelmiş. Ne etkili olmuş? Detayına girmeye de gerek yok. Sonuç önemli, sonuç önümüzdedir ve bu Türkiye'nin bir başarısıdır'' değerlendirmesinde bulundu.

Bu başarıyı hazmedemeyenlerin bulunduğunu anlatan Arınç, ancak başarının Türkiye'nin dışında İslam aleminde, Filistin'de, Arap aleminde, mağdur ve mazlum ülkeler nezdinde sevinç yarattığını ve durumun Türkiye'nin büyük bir başarısı olarak kabul edildiğini kaydetti.

Arınç, şöyle konuştu:

''Gönül isterdi ki Türkiye'deki anamuhalefet partisi de muhalefet partisi de içeride dışarıda olan bütün partiler de açıkça ve resmen 'bu hükümetin başarısıdır, onu tebrik ediyoruz' diyebilselerdi. Bazen sustular dilleri varmadı, bazen başkalarını konuşturdular. Ne dedikleri anlaşılmadı ama çok reel olarak söylüyorum ki hamdolsun, bunu inanarak, güvenerek ve sevinerek söylüyorum, bu olay, İsrail gibi bir hükümetin ve devletin belki tarihte ilk kez özür dilemesidir. Bu onlar açısından ne kadar önemliyse bizim açımızdan da o kadar önemli bir başarıdır.''

-Suriye'deki olaylar-

Suriye'de bölünme tehlikesi bulunup bulunmadığı yönündeki soru üzerine Arınç, bölünme tehlikesinin olduğunu bildirdi.

Arınç, Türkiye'nin Suriye politikasında, toprak bütünlüğünde de siyasi egemenliğinde de teklikten yana olduğunu kaydetti.

Etnik, mezhepsel ayrışmanın birliği, beraberliği parçalayacağı, Suriye'yi bölünmüş, güçsüzleşmiş, kendi içinde kavgalı bir ülke haline getirebileceğini bildiklerini anlatan Arınç, ''Türkiye, bütün bu tehlikelere dikkat çekerek Suriye'nin bir ve bütün olarak kalmasını ve bu sıkıntılı durumdan da bir an evvel çıkmasını istiyor'' dedi.

Arınç, Türkiye'nin bu tehlikeyi önleyebilecek bir politika izlediğini dile getirerek, bir bölünme parçalanma olmaması için iç ve dış politikanın sürekli hazır tutulduğunu kaydetti.

Suriye rejiminin de kendisini bir saraya hapsettiğinin altını çizen Arınç, ''Uzatmaları oynuyorlar ama daha ceberut oldular, daha zalim oldular, daha çok kan döküyorlar. Yine inanıyorum ki ülke kendi içinde bu sorunu çözecek noktaya gelsin, bir dış müdahale imkanı olmadan, ülke parçalanıp ayrışmaya gitmeden'' diye konuştu.

Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin bölgenin yeniden şekillenmesinde işbirliğine yol açabileceği değerlendirmesi üzerine Arınç, şunları söyledi:

''Türkiye ile İsrail'in normalleşme süreci içinde bazı konularda işbirliği yapacak hale gelmesi bence bölgemiz için çok faydalı sonuçlar doğurur. Buna yürekten inanıyorum. Ama spesifik olarak 'şu meseleye mi, bu meseleye mi katkısı olur' derseniz, yüz yıldır o bölgede yaşadığımız gelişmeleri hepimiz biliyoruz.''

-Çözüm süreci-

Terör örgütünün silah bırakarak yurtdışına çıkmasının gerçekleşip gerçekleşmediğinin takibinin nasıl olacağının sorulmasına karşılık Arınç, Türkiye'nin 30-35 yıllık bir durumundan bahsedildiğini, bu zaman içinde hiç gülünmediğini, hep ağlandığını söyledi.

''30-35 yıllık terör belasının içinde bir yerinde de 'bugün çok şükür rahat ettik' diyemedik'' diyen Arınç, hep kötü şeyler yaşandığını anlattı.

Arınç, şunları kaydetti:

''Böyle bir olayda hükümetimiz, Sayın Başbakanımız, bugüne kadar yapılanlara ilaveten kesin sonuca ulaşabilir ümidiyle bir çözüm süreci başlattı. Bu bir cesarettir, bu bir kararlılıktır. O kadar cesaret ve kararlılıktır ki çok samimi olduğuna inanıyorum. 'Baldıran zehiri içmeye hazırım' diyor. Bir insan bu kadar kararlı olabilir. Halbuki 11 yıldan beri tek başına iktidarda olan, başbakanlık süresi de 10 yılı geçmiş bir insan rahat neresine batıyor ki 'ben bu süreçte başarılı olmaya mecburum. Bu ülkeyi terör belasından kurtaracağım. Siyasi iktidarıma eğer mal olsa da ister 10 defa mal olsun ben bu işten vazgeçmem' diyor. Bunu bugüne kadar söyleyen bir siyasi lider çıkmadı, bir başbakan çıkmadı, bir cumhurbaşkanı çıkmadı. Çıkacak gibi oldu, önüne pek çok engeller çıkarıldı. Halbuki 'asker mücadele etsin, polis mücadele etsin, daha çok tank gönderelim, daha çok asker gönderelim, daha çok bomba atalım, yolları keselim, inlerini patlatalım, terörle mücadele böyle olur' diyebilirdik. Ölenler yine ölürdü, onlara üzülürdük, yaralılar yine yaralanır, onlara da hayıflanırdık.''

Bu durumun böyle devam etmeyeceğini, devam etmemesi gerektiğini dile getiren Arınç, şöyle devam etti:

''Bu ülkenin huzura ihtiyacı var, kardeşliğe ihtiyacı var. Barış kelimesini çok kullanıyorlar belki ama siyasi amaçlı. Barışa ihtiyaç var. Hangi barışa, toplumsal barışa ihtiyaç var. Peki bugüne kadar yaptıklarımızla bu noktaya gelebildik mi? Hayır gelemedik. O zaman başka şeyler yapmamız lazım. Mevlana bile öyle diyor 'düne ait ne varsa cancağızım dünde kaldı. Bugün yeni bir gün, yeni bir şeyler söylemek lazım'. Yeni şeyler ne? Bu kadar güvenlik tedbiri, bu kadar askerimiz, polisimiz, hepsi kahraman, hepsi hayatlarını koydular, komutanlarımız şehit oldular. Korucusundan sokaktaki kadınımıza, arabanın içindeki Siirt'teki kızımıza kadar hepsi hayatlarını kaybetti. Bayramlık alışveriş yapan Bingöl'deki kadınımız çocuklarının üzerine kapandı ve maalesef üçü birden hayata veda etti.''

Neresinden bakılırsa bakılsın bir facianın içinde bulunulduğunu ifade eden Arınç, bugüne kadar kesin sonuç alınacak bir noktaya getirilemediyse bunun siyasi, toplumsal, ekonomik boyutlarına da bakmak gerektiğini bildirdi.

-''O kişinin kim olduğunu, neyle suçlandığını, neye mahkum olduğunu hepimiz biliyoruz''-

Arınç, sonunda İmralı'dan istifade ederek terörde en asgari noktaya inilip inilemeyeceğinin düşünüldüğünü, yaklaşık 3 ay kadar önce de bir görüşmenin olduğunu dile getirdi.

Ne bir bakanın ne kendisinin ne de partiden birinin bu görüşmelerde bulunduğunu ifade eden Arınç, MİT'in İmralı ile temas kurduğunu bildirdi.

Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın mektubunun 21 Mart'ta okunduğunu ve buradan önemli mesajlar verildiğini kaydeden Arınç, şöyle konuştu:

''Önemli diyorum. 'Çok doğru, çok iyi, aferin' deme noktasında değilim. O kişinin kim olduğunu, neyle suçlandığını, neye mahkum olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama ortada bir vaka var. Onun iradesine, kendi iradesini teslim ettiğini söyleyen... Doğruysa binlerce insan var. Dilekçe verdiler, 'onun iradesi bizim de irademizdir' diye. Bunu göz ardı edebilir misiniz? Yani her gün ciyak ciyak bağıran televizyonlarda birileri göz ardı edebilir. Ama akıllı siyaset bu değil ki. Yine şehit cenazesi mi gelsin, yine gözyaşı mı olsun. Hayır. O halde niye bundan rahatsız oluyorsunuz. Ne diyor o kişi, 'silahlar sussun, fikirler konuşsun' diyor. Buna mı itiraz edeceğiz. Nesine itiraz edeceğiz. 'Efendim yalandır'. Yalansa yalanını göreceğiz, doğruysa doğrusunu göreceğiz.

O bunu söylüyorsa, başka şeyler de söylüyorsa o zaman dikkat edeceğiz. Demek ki buradan da bir ilerleme olabilir. 30 yıldan beri başında olduğu örgüte 'artık bunların devri geçti. Silahlar sussun, siyaset yapın, fikirler konuşsun, şiddet yok' diyorsa ben doğrusu bunu önemli bulurum. Bunun üzerinden yine yürümeye devam ederim. Çünkü şiddet yoksa, 'silahlar sussun' diyorsanız siz, bunun anlamı şudur, 'silahları bırakacaksınız, şiddeti terk edeceksiniz'.''

Arınç, görüşmelerin başladığı 28 Aralık'tan beri karakol baskını, yol kesme, mayın patlaması, polise karşı silahlı eylem olmamışsa bundan sevinç duymak gerektiğini belirterek, ''En azından 3 aydan bu yana o sözlere itibar eden bir silahlı örgüt var. Eylem yapmıyor veya yapamıyor. Dolayısıyla bundan sonra silahları bırakarak ülke dışına çıkılması ve ondan sonraki sürecin de takip edilmesi gerekiyor'' diye konuştu.