Diyarbakır uçakları her zamankinden dolu sanki.
 

Hostes bir yolcuya, yanındaki diğer yolcuyu gösterip “Beyefendiye çantasını yukarı koymasını söyler misiniz, Türkçe bilmiyor da” diyor.Tercüme yapması istenen yolcu sakin bir sesle, ''Siz de Kürtçe bilmiyorsunuz'' diye cevap veriyor. Hostes alttan alıyor.

 

Diyarbakır havaalanına indiğinizde ilk duyduğunuz şey, hâlâ savaş uçaklarının sesi. Dört tane geçiyor arka arkaya. Diyarbakırlılar gibi, jetlere endişeyle bakıp saydığımı fark ettim.

Nevruz’a akın

Diyarbakır trafiğine girip, üzerinde ''Vatan sevgisi ruhları kirden kurtaran en kuvvetli rüzgardır'' yazılı geçidin altından geçerken taksiciyle sohbet iyice koyulaşmıştı. ''Çok gelen var, bu sene çok kalabalık olacak Newroz'' diyor.

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) il örgütü de hummalı bir hazırlık içinde.

5000 gönüllü ile 300 belediye zabıtasının güvenlik konusunda görev aldığı anlatılıyor.

Kentin ana caddeleri, yerel yönetim binaları sarı, yeşil, kırmızı renkli ''Newroz piroz be, (Yaşasın Nevruz)'' pankartları, balonlar, çeşitli süslemeler ve çağrılarla donatılmış.

Öcalan’dan mesaj ve muhatap konusu

Barış süreciyle ilgili olarak bu yıl Nevruz’a özel bir önem atfeden Kürt siyasi hareketi, ilk kez 21 Mart günü tamamen tek bir kutlamaya, Diyarbakır’a odaklanacak.

''Öcalan’a özgürlük Kürtlere statü'' sloganıyla yapılacak 2013 Nevruz’u birçok bakımdan tarihe geçmeye aday görünüyor.

Her şeyden önce, cezaevindeki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’ın ''Newroz Parkı''nda toplanacak kalabalığa, çözüm süreciyle ilgili olarak yapacağı 'tarihi nitelikte çağrıda' ne diyeceği bundan sonra olacaklar açısından büyük önem taşıyor.

Bu mesajın içeriği, bir süre, Türkiye gündeminin en mühim tartışma konularından biri olacak kuşkusuz.

Ama içerik ne olursa olsun, çok önemli başka bir şey de gerçekleşmiş olacak.

Öcalan’ın Diyarbakır ''Newroz Parkı''na, devletin izni ile bir ''sesleniş'' yollaması, çözüm sürecinde kimin kiminle muhatap olduğunu, kuşkuya hiç yer bırakmayacak bir şekilde resmen kayda geçirecek.

Tedirgin iyimserlik


Önemli gün yaklaşırken Diyarbakırlılar harıl harıl “süreci”, söylenenlerden ne anlam çıkarılması gerektiğini, AKP hükümetinin barış konusunda samimi olup olmadığını, sonunda nasıl bir yere varılabileceğini tartışıyorlar.

Katıldığım sohbetlerde genel bir iyimserlik var ama tedirginlik de. Nerede üç beş kişilik sohbetler yapılsa hemen bir kaç eğilim beliriyor.

Hepsi eski tanıdıklar olan Diyarbakırlılardan bir demirci ''Artık buradan geri dönülmez, mutlaka olacak'' diyor; bir taksici ''Bu hükümet dört dörtlüktür, yapacak'' diyor; bir ayakkabıcı ''Burası Türkiye her an her şey olabilir'' diye kaygısını belli ediyor.

 


 

Kuşkulular arasında sık dile getirilen bir soru ''Madem barış süreci var, o zaman niye hâlâ tutuklamalar ve operasyonlar yapılıyor?''

İki farklı cevap geliyor.

Başbakan Erdoğan’ın sağa ve milliyetçiliğe karşı elini güçlü tutmak için, taktik olarak bu yola başvurduğunu düşünenler var. O yüzden sürecin kaçınılmaz olarak sancılı ve uzun olacağını söylüyorlar.

Ama hükümeti harekete geçirenin demokratikleşme arzusu değil, Orta Doğu dengeleri içinde Kürtlere müttefik olarak ihtiyaç duyması olduğunu söyleyenler de var.

Bir başka endişe kaynağı sürecin somut olarak hangi adımlarla ilerleyeceğine ilişkin.

BDP’li bir lokanta sahibi, ''geri çekilme ve silahsızlanma'' konusunda geçmişteki tecrübelerden kaynaklanan kaygıların yaygın olduğunu, çok ciddi güvenceler sağlanması gerektiğini söylüyor.

1999’da Öcalan’ın yakalanması sonrasında, PKK tarafından ilan edilen ''çatışmasızlık'' sürecinde, yüzlerce PKK’lının, geri çekilirken operasyonlarla öldürülmesinin yarattığı güvensizliği, BDP’li siyasetçiler de ifade ediyorlar.

‘Kıbleleri aynı’


Somut adımların şimdilik sayılı olduğu ve bu yüzden herkesin sembollerden anlam çıkarmaya çalıştığı Diyarbakır’ın gündeminde bir de Türkçe – Kürtçe Çanakkale zaferi afişleri tartışması var.

Kentin çeşitli yerlerindeki resmi ilan panolarına Diyarbakır Valiliği, Çanakkale zaferinin 98. yıl dönümü vesilesiyle iki dilde, Kürtlerin ve Türklerin tarihi kardeşliğini vurgulayan afişler astırmış.

Özellikle Kürt dilinin bu şekilde resmi makamlarca ikinci dil olarak kullanılması, Diyarbakırlılarda bir memnuniyet yaratmış.

 


 

Fakat, Diyarbakırlı bir gazeteci arkadaşım, afişlerde kullanılan ''Dilleri, lehçeleri, türküleri ayrı, kaderleri aynı, düşmanları aynı, rableri aynı, kıbleleri aynı'' ifadesine dikkat çekti.

Meslektaşım ''Bu afişler barış sürecini sembolize ediyorsa, dil çok sorunlu. Yurttaş tanımına uymuyor'' diyor ve soruyor: ''Mesajın sadece Müslüman Kürtlere verilmiş olması ve kardeşlik temasının odağına dinin konması aynı coğrafyanın halkları olan Ezidi, Süryani, Ermeni ve Keldanileri ötekileştirmiş olmaz mı?''