salihyazar @ ybhaber.com

Müzakereler olumlu sonuçlandıktan sonra çözülmesi gereken birinci meselemiz azınlıklar meselesidir. Osmanlının  ulusalcı, tepeden inmeci “İttihat Terakki” döneminde yapılanların mirası çözülmedi. Bize bırakılan bu meselede  “Cumhuriyet” tarihi boyunca bilinçli bir şekilde sorunlar artmış ve katlanmıştır. Azınlıklar toplumsal yaşamdan çıkarıldı. Bilgi, beceriye dayalı kültürel ve maddi birikimlerden yoksun kaldık. Refaha dayalı olası maddi gelişmeler durdu. Azınlıklar yetişmiş, eğitimli insan, sanat ve zanaatkârlık açısından Müslüman toplumun çok ilerisindeydi.

Lozan(41. Ve 42.Maddeler) Türkiye azınlıklarıyla ilgili en önemli belgedir. Bu madde, Cumhuriyet hükümetleri tarafından 1920’li yılların koşullarına uygun olarak milliyetçi bakışla yorumlandı ve azınlıklarla ilgili maddeleri anayasa hükmünde olmasına rağmen tam olarak uygulanmadı. Türkiye, BM “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesinin” azınlıklarla ilgili 27. Maddesine ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin”, azınlıkları da kapsayan eğitim hakkı ile ilgili 13. Maddesine koyduğu çekinceyi hala kaldırmadı. “Avrupa Bölgesel Diller ve Azınlık Dillerini Koruma Anlaşması” ve “Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi” henüz imzalanmadı.

1923’ten sonra sistemik bir şekilde yapılan “Milli Tekleştirme/Milliyet Islahatı” çalışmaları ikinci dünya savaşı yıllarında “Varlık Vergisi” (11.11.1942) ve “6-7 Eylül (1955) Olayları” ile zirve yapmıştır.

İlk nüfus sayımında(1927) ülke nüfusu yaklaşık 13 milyon ve nüfusun yüzde onu azınlıklardı. Bu gün 75 milyonluk nüfusun yüzde biri bile değildir. Yaklaşık 60-70 bin civarındadır. Toplam nüfusumuz yaklaşık 6 kat artarken azınlık nüfusu yüzde75 azaldı.

Sağlanacak iç barıştan sonra ülkenin kadim milletleri eski toprakları, vatanları ile barışır ve döner mi bilmiyorum. Zamana ihtiyaç var. Azınlık sorunu  siyasi ve ideolojik kavgaların  görünümüdür. Azınlık sorunları  ideolojinin, milliliğin ve fobilerin bahanesi olmuştur. Azınlığın mağduriyetinden söz edenler, aynı zamanda mağduriyeti doğuran devlet ideolojinin ve egemen topum inancının savunucuları ve temsilcileri.

Tutarlı olmak, ötekinin milli ön yargısını eleştirmek değildir. Kendi milli korkularınla da yüzleşmektir. İlk olarak yerindelik duygusuyla azınlıkların bize insan olarak  ne denli benzediğini görmektir. Bunun farkına vardığımızda hoş görülü olacak, yeni davranış kodlarıyla tanışacak ve değişmeye başlayacağız. İkinci olarak, karışışınızdakinin gözüyle kendimize bakmaya çalışmak. Aynaya bakmak gibi.

Aynadaki yansımamızdan ne  kadar sayılıp sevildiğimizi görür, yüzleşir ve yüreğimizdeki boşlukları doldururuz. Yapmak zor değildir. Bir yerden başlamak yeterlidir.

Barış süreci başladıktan sonra kendi şartlarını oluşturacak. Kaybettiğimiz yerindelik duygusu tekrar aramıza dönecek. Geliştirdiğimiz özeleştiri becerisi sürecin sonunda devleti ve toplumu değiştirecek. Güven, birlikte yaşama, paylaşma duygusu ve becerisi geri gelecektir.

salihyazar@gmail.com