Yaz izni hazırlıkları başlarken insanın içini bir kıpırtı ve heyecan kaplar. Göreceğin insanların heyecanı, yıllar önce doğduğun toprağa, bir yıl aradan sonra tekrar kavuşmak... Birikmiş hasretler, yaşanmış anılar... Hepsini yeniden yaşamak için uzun bir aradan sonra tekrar doğduğun topraklara dönüyorsun. Bütün özlemlerini bir aya sığdırmak istiyorsun.
Yurtdışında yaşayanlar iyi bilir bu heyecanı. Şubat ayında başlar. O heyecanla önceden iş yeriyle konuşursun. Çocukların okulda sınavı olanlar, izinlerini sınavdan sonraya ayarlar. İş yerindeki patronla yazın yapacağın izni konuşmak için kendini önceden hazırlarsın. Patronla yaptığın sıkı pazarlık, "Üç hafta mı, dört hafta mı?" derken, sonunda zor bela dört haftayı koparırsın.
Şubat, mart aylarında başlayan bu izin muhabbetleri, tatil öncesi heyecanı katmerlendirir. İnsanların ilk görüştüklerinde sordukları ilk soru, "İzin var mı bu sene?" olur. Sonrasında yaz aylarının gelip çatmasıyla tatlı, heyecanlı ve yorucu bir telaş başlar. Kimisi yapılacak masrafları düşünür, kimisi de yaz ayında izne gidemeyeceği için çocuklarına alternatif aktiviteler ayarlamaya çalışır. Çünkü izin zamanında Avrupa'daki memleketler adeta boşalır. Bu durum, çocuklar için bazen oldukça sıkıcı olabilmektedir.
Bu izin telaşı her sene tekrarlanır. Bazen yorucu, bazen de tatlı bir telaştır. Düşünebiliyor musunuz, bunu 40-50 sene yaşayanlar var. Hiç de kolay değil. Hem yaşadığın yerde yabancısın, hem de doğduğun topraklarda yabancılık çekiyorsun.
Aslında yazımın konusu olan "izin", bir tatilden ziyade bir zorunluluktur. Çünkü yaşadığın topraklar sana hep yabancı kalır, bir türlü tam anlamıyla adapte olamazsın. Öte yandan, doğduğun topraklara gidiyorsun; sonuçta senin bir parçan olan ailen orada yaşamaktadır.
Avrupa'da yaşayanlar iyi bilir; işin yoğunluğu, insanların soğukluğu, kapalı ve bunaltıcı havası ile monoton günlük yaşam, insanları bir süre sonra yorar. Hiçbir sosyal aktivitesi olmayan ve gündemi sadece işten ibaret olanlar için bu çok daha zor bir durumdur.
Apartman dairelerinde yaşayanlar için küçük bir balkon (veya çardak) bulunmaz bir nimettir. Burada yaşayanlar bilir, komşuluk ilişkileri pek yoktur. Genellikle komşun yerliyse derin bir bağ oluşmaz. Dışarıda görürsen sadece selamlaşırsın. Çünkü birçok bağı aynı şekilde hissedemezsin. Sonuçta kültürler farklıdır. Yazımda Avrupa'yı kötülemek için yazmıyorum. Buranın yerlisiyle bağın hep böyledir. Yüz yıl geçse de böyle kalacaktır. Saygılı komşuluklar olsa da.
Öte yandan, her sene izne gelsek de Türkiye'nin birçok değerden uzaklaştığını hissediyoruz. Bunu her sene iliklerimize kadar hissediyoruz. Sadece izin zamanını bekleyen fırsatçılar, her sene yaptıkları kötü ve yanlış uygulamalarla insanları kendilerinden soğutmaktadır. Bunun ilk suçlusu ise devlettir. Devlet, sadece ülkeye giren insanları döviz getirisi olarak değerlendirmektedir. Sürekli değişen ve artan ürün fiyatları, esnafın eline büyük bir koz vermektedir. Öte yandan bankacılar, keyfi uygulamalarla insanları zarara uğratmaktadır. Son zamanlarda değişen para politikasıyla ellerine büyük bir güç geçmiştir. Bunu fırsat bilerek insanlara istediklerini yaptırıyorlar. Herkesin çok fazla şikayetçi olduğu esnaf ve ustalar, izin zamanını fırsat bilerek fiyatları katlayarak adeta insanlara hakaret etmektedirler. Türkiye'de yapılan alışverişlerde güven adına bir şey kalmamıştır. Bu çok üzücüdür. Bir toplumda güven yoksa, o toplum çok şeyini kaybetmiş demektir. Bu durum, devletin daha çok prestij kaybetmesine sebep olmakta ve insanların her yıl yapacağı ziyareti engellemektedir.
Buradan Türkiye'ye giden bazı kimseler ise değişik tavırlar sergilemektedir. Yaşadığı yerde karşılaştığı tüm kurallara uyarken, Türkiye'ye gidince bunu göremiyoruz. Türkiye'de polisi, güvenlik görevlilerini ve memurları zor durumda bırakmakta, olmadık tavırlara girmektedirler. Gördükleri ilgi karşısında haddinden fazla şımarmaktadırlar. Altındaki lüks araba ve cebindeki döviz, onları değişik bir havaya sokmaktadır. Bu şahsiyet yoksunu insanlar, Türkiye ortamını kötü etkilemektedir.
Bu yaşadıklarımızın muhakkak bir sebebi vardır. Eğer bunu yazmadan geçersem, ne samimi ne de doğru bir yazı yazmış olurum. Sadece bir hikâye anlatmış olurum. İnsan, etkilenen bir varlıktır. Bu etkilenme ya çevresinden olur ya da yaşadığı sistemden. Genelde tüm dünya, özelde ise Türkiye'deki sistem, insanları bireyselleştirmekte ve menfaat üzerine bir yaşama itmektedir. Haliyle İslami olmayan bu sistem, insanlar arasında kötü ilişkilere sebep olmaktadır. Şu an bulunduğumuz toplum, sana bencilliği ve menfaati aşılamaktadır. Çünkü laik sistemin yapısında bu vardır. Laik sistem, insanlara ne maddi ne de manevi anlamda bir sınır koymamıştır. İnsanlara Allah'ın (c.c) rızasını değil, insan rızasını dayatmaktadır.
Laik devletin temelinde maddi kar ve zarar vardır. İslam devletinin temelinde bu yoktur. İslam devleti, ilahi bir mesaj üzere kurulu olduğu için insanlar arasındaki dengeyi korumuştur. İnsanlar arasındaki ilişkileri, alışverişi, cezaları ve insanların kendi iradeleriyle yaptıklarını sağlam temellerle güvence altına almıştır. Laik sistemde bunu göremezsiniz. Laik sistem, insan aklına dayanan, menfaatler değiştikçe değişen bir sistemdir.
Bir yandan ülkeye ne kadar döviz girdi diye hesap yapan bir devlet, öte yandan ihalelere haksızlık karıştıran, devletin özel kaynaklarını yurtdışına pazarlayan bir sistemdir. Bu çarpık sistem, insanlar arasında huzuru ve güveni hiçbir zaman sağlayamamaktadır.
Öte yandan, faizi kendine mubah gören bir halk ile karşılaşmaktayız. İslam'ın kesin naslarıyla haram kıldığı faiz, insanlar nezdinde normalleşmiştir. Kimse bunun anormal olduğunun farkında değil. Faizle işlem yapmayanlar adeta ayıplanmaktadır. Bu alışveriş türü, insanları Allah'ın (c.c) rızasından uzaklaştırıp, sadece kendi menfaatini düşünen bir yapıya dönüştürmüştür. Dünya yansa da kimsenin umurunda olmayan, haksızlıklara, savaşlara, katliamlara karşı adeta ölüm sessizliğine bürünmüş bir halk haline gelinmiştir. Şu anda gündemde olan Filistin'deki katliamlara karşı seslerini çıkaramıyorlar. Bu yalnızlaştırıcı politikalar nedeniyle insanlar bencilleşmiş durumdadır.
İslami olmayan toplumlar duyarsızlaşmıştır. Güven bağını yok etmiştir. İnsanlar sadece kendi cebini düşünmektedir. Ne pahasına olursa olsun... Bu yaşam biçimi, insanları Allah rızasından uzaklaştırıp bencilleştirmiştir. İnsanlar arasındaki en önemli bağ olan güven artık görülemiyor. Her sene karşılaştığımız sorunların özü budur.
Yazıma son vermeden önce sizi âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c) emanet ediyorum. Bu seneki izlenimlerim bu kadar.
"Onlar, inanmışlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuş olanlardır. İyi bilin ki, kalpler yalnızca Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd Suresi, 28. Ayet)

